Benim Hayal Defterim

kitaplar olmasa

Eren’le Ulu Ağaç’ı okuduk beraber. Geceler boyu sürdü. Birlikte ulu ağacımızı büyüttük, o hayatı dimdik dikildiği yerden tanımaya çalışırken oradaydık. Yüzyıllar süren hayatına son darbeyi vurduğunda  elektrikli bir testere, gözlerimizden iki damla yaş süzüldü. Sincap olmasaydı ne olurdu Ulu Ağacın sonu?

Bu, hem yüzlerce yıl uzunlukta hem de birkaç günlük bir öykü. Bu, köklerden görülmüş ve dallar arasında yaşanmış dünyanın öyküsü. Ama en çok da sevginin ve umudun öyküsü. Yüreğiyle ve aklıyla konuşmayı bilen bir yazarın yalın, neşeli ve şefkat dolu anlatımıyla, tam da şu sıralar ihtiyaç duyduğumuz kitap.

Ulu Ağaç’ın çocukların doğal yaşamı  ve  çevre bilincini kavrayabilmelerinde duygulu ve keyifli  bir katkısı olacak bence.

Yüreğinin Götürdüğü Yere Git Susanna Tamaro’nun okuduğum ilk kitabıydı çok etkilenmiştim. Büyülüdür satırları. Sade bir dille  birebir yaşatır kitaptaki duyguları okuyana.
Kitaplar olmasa ne olurdu? Ben saksıdaki bir çiçek olurdum herhalde :))

Renk şoku

Elie Saab’ın Renk Şoku adını verdiği  İlkbahar-Yaz 2012 Paris defilesini izledim baştan sona muhteşemdi.  Kırmızı halı kıyafetleri…

 

Style.com

steve jobs

Bu sabah işe gelirken radyoda  duydum Steve Jobs’ın ölüm haberini. Daha dün “Ağustos’ta 3 ay ömrü kaldığını söylemiş doktorlar daha iki ayı var” diye düşünmüştüm. Bir haftadır hayat hikayesini okuyordum. Sıradışı çocukluk,  hırs, merak, azim dibe vuruşlar, ihanet her şey var kitapta. 1970’lerden günümüze bilgisayar teknolojisinin neredeyse kronolojik denebilecek gelişimi, Steve Jobs’ın çağımızın en önemli endüstri  ikonlarından biri oluşuna giden zorlu yolu.

 

Jenerasyonumuzun en önemli CEO’larından birisiydi Steve Jobs. Apple,İpad, İphone, Disney-Pixar ortaklığı ve biz yetişkinlerin bile defalarca seyrettiği muhteşem animasyonlar: Toy Story, Finding Nemo, The İncredibles, Monster İnc…hayatımıza izini bırakmış, dünyayı değiştiren insanlardan birisi  Steve Jobs.

Bir başka Steve Jobs biyografisi daha geliyor. Çok satan Benjamin Franklin ve Albert Einstein biyografilerinin yazarı Walter Isaacson, Steve Jobs’la iş birliği içinde iddialı bir biyografi yazmış. 24 Ekim’de tüm dünya ile aynı anda kitapçılarda olacakmış. Sabırsızlıkla bekliyorum.

Apple sitesinde böyle duyurmuş dünyaya Steve Jobs’un ölümünü.

http://www.apple.com/stevejobs/

shortbread

 

Shortbread resimlerini ekose masa örtüsü üstünde çekseydim çok uygun olurdu.  Kurabiyeler İskoç örtü İskoç desenli:)) Yıllar önce yapmıştım bu tarifi çok çarpılmamışım belli ki, kesin bizim un kurabiyesi çok daha güzel diye düşünmüşümdür.   Yıllar sonra tarifi yeniden yapmamın sebebi  terra cotta kurabiye kalıplarımı denemek.  Kabarmayacak bir tarife ihtiyacım vardı.

Malzemeler:

  • 200 gr tereyağı
  • 2 kap un
  • 1/2 kap + 1 yemek kaşığı pudra şekeri
  • vanilya

Nasıl yaptım? Önce şeker ve yağı krema kıvamına gelene kadar çırptım. Sonra un ve vanilyayı ekledim. Aslında orjinal tariflerde vanilya kullanılmıyor ancak yoğun tereyağı tadını biraz baskılamak artı lezzetlendirmek için vanilya iyi gidiyor bence.  Hamuru hiç beklemeden açtım, kalıplarla kestim ve 190°’de 5-10 dakika pişirdim. Resimdeki gibi beyaz kalmaları gerekiyor. Tadı  güzeldi. Hazırlanması çok kolaydı. Doldurduk bir kutuya Eren okula götürüp arkadaşlarına dağıttı.♥ ♥ ♥

 

 

Çikolatalı, tarçınlı çörekler….

Çikolatalı donut’la uğraşmak zor geldiğinde, aynı tadı verecek daha kolay bir tarif; çikolatalı, tarçınlı yumuşacık çörekler. Sıcak sıcak, daha çikolataları donmadan, yanında bir fincan kahveyle harika oluyor.

Malzemeler:

  • 1 kap süt
  • 1 dolu yemek kaşığı kaymak
  • 3 tatlı kaşığı kuru maya
  • 1+3/4 kap un
  • 80 gr tereyağ
  • 1/3 kap toz şeker
  • 2 yumurta
  • 150 gr bitter çikolata
  • 1 çay kaşığı tarçın

Nasıl yaptım?

Süt ve kaymağı, küçük bir sos kabında  kaymak eriyene kadar ısıttım. Büyükçe bir kaba boşalttım, biraz ılınınca mayayı ekledim, balon telle iyice karıştırdım. Yumurtanın bir tanesini, şekeri, unu ve tarçını ekleyip yumaşak bir kıvam alana kadar yoğurdum. Tereyağını küçük küpler halinde kesip hamura kattım. Tekrar yoğurdum. Hamur paramparça olup tekrar toparlandı, elastik ve parlak bir görünüm aldı.  Önceden bıçakla irili ufaklı kıydığım çikolataları hamura ekledim, homojen bir karışım olana kadar karıştırdım. Sıvı yağla hafifçe yağladığım bir kapta iki misli kabarana kadar ılık bir yerde ağzı kapalı olarak mayalanmaya bıraktım. Yaklaşık 1-2 saat kadar sürdü. Bu sürenin sonunda hamuru unladığım tezgaha koydum. Büyükçe bir dikdörtgen olacak şekilde elimle açtım. Dikdörtgenin uzun karşı kenarına çırptığım yumurtadan sürdüm. hamuru sıkı bir rulo yaptım. Yumurtalı kenar yapışmasını sağladı. 2’şer cm kalınlığında dilimler kestim. Fırın tepsisine 4-5 cm arayla yerleştirdim. Üzerini bir naylonla kapatıp, yaklaşık 1 saat kadar tekrar mayalanmasını bekledim. Süre dolunca üzerine yumurta sürüp 180º’lik fırında 25-30 dakika kadar pişirdim.

Bu tarifi bir brioche tarifinden adapte ettim. Aslında o kadar çok tarif deniyorum ki  bazen bir şeyler yapmak istediğimde ne yapacağıma karar vermekte çok zorlanıyorum. Denediğim tarifler içinde gerçekten yapmaya değer ve çok lezzetli olanları buraya yazıyorum.

Annie Leibovitz

Amerika’nın ünlü portre fotoğrafçısı Annie Leibovitz’in ikonik fotoğrafları..

Gus Van Sant - Sean Penn

Penelope Cruz - Woody Allen

Kate Winslet - Sam Mendes

Leonardo Di Caprio

Angelina Jolie - Maddox

Nicole Kidman

Hollywood

Hollywood

Mikhail Baryshnikov - Rob Besserer

Meryl Streep- John Patrick Shanley

Sarah Jessica Parker - Mr. Big

Jude Law

Kate Moss- Marc Jakobs- Justin Timberlake

Francis Ford Coppola - Sophia Coppola

Nicole Kidman

Clint Eastwood

Tom Hanks - Ron Howard

 

 

kıtır kıtır krakerler

Kepekli krakerler…

Nasıl bu kadar kolay bir tarif böyle lezzetli olur. “Less is more”  :))

Bir akşamüstü çayının yanında peynir çeşitleriyle nefis olur. Özellikle keçi peyniriyle çok iyi gidiyor.  Buz gibi bir beyaz şarap, güzel bir meyve tabağı,  naneli peynirle hazırlanmış  kraker kanapelerle  keyifli bir happy hour olur, hatta arkasından meyveli ve kekli fondü gelirse unforgettable hour olur :)))) 

Krakerlerin üzerindeki peynir annemin tarifi. Gündüzden hazırladığı bu peyniri aynı resimlerdeki şekilde bir tepsiye sıkar dolapta soğutur, yemekten önce yada yemek sırasında peynir tabağında ikram ederdi. Nasıl yapardı? Kaliteli bir beyaz peynir, peynirin üçte biri kadar tereyağ, kuru yada ince doğranmış taze nane ve toz kırmızı biberi çatalla çok iyice ezer, karıştırır ve krema sıkma torbasına doldurur,  yıldız uçla sıkardı.   

Krakerin tarifi:

  • 2 kap kepekli un
  • 1 tatlı kaşığı karbonat
  • 1/2 tatlı kaşığı tuz
  • 1/2 kap+1 yemek kaşığı yoğurt
  • 1/2 kap riviera zeytinyağı

Nasıl yaptım? KitchenAid’e attım tüm malzemeyi, iyice karıştırdım. Unladığım tezğahta incecik açtım. 3×3 cm’lik kareler kestim. 180°’de 15-20 dakika pişirdim.

Çay yanında kraker olarak yenecekse üzerine susam yada  parmesan içine biberiye yada kekik  koymak gibi seçenekler var. Kanepe olarak ikram edilecekse aklıma ilk gelen keçi peyniri ve üzerinde ızgara mini sebze parçaları.

♥ ♥ 

Elvan

Retro Gözler

60’lı yılların  göz makyajı…Ne kadar ağır görünse de, ne kadar çok uğraş gerektirse de bu göz makyajının güzel gösteremeyeceği göz yoktur galiba. Bu kadar ağır olmasına rağmen nasıl bu kadar romantik ve çocuksu gösteriyor?

Signe Vilstrup, Gertrud Hegelund’ın fotoğraflarını Margit Brandt için  çekmiş .

Twiggy  gelmezmi hemen akla bu makyaj stilini görünce.

İçimizdeki şeytan

İki günde bitirdim Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanını.  İçinde:  İstanbul, aşk, hayal kırıklıkları, hüzün olan çok güzel bir roman İçimizdeki Şeytan.  Her zaman ki gibi altını çizdiğim satırlar oldu.  

Kitabın baş karakterlerinden biri olan Ömer,  hapiste geçirdiği zaman boyunca, kısa hayatının bir muhakemesini yapar ve  içimizdeki şeytanı öyle güzel tanımlar ki…..

“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim,  fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun ,salaklığımızın uydurması…. İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu…. İçimizde şeytan yok…. İçimizde aciz var…. Tembellik var….İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden dah korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiç bir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya luzüm görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.”

Filiz sakın sen de üzülme

  ” Filiz Hiç Üzülmesin” Sabahattin Ali’nin objektifinden kızı Filiz’in gözünden bir yaşam öyküsü. Filiz Ali babası Sabahattin Ali’nin hayat öyküsünü anlatmış bu kitapta: mücadele dolu yıllarını, Marko Paşa serüvenini, okuma sevdasını, eserlerini ve Istıranca Dağlar’ında sona eren hayatını. Sabahattin Ali’nin hayatında kızı Filiz’in başka bir yeri vardır.Paşakapısı Cezaevi’den yazdığı mektupta  “üzülecek bir şey yok. Her şey düzelir, hele Filiz hiç üzülmesin..” diye seslenir küçük kızı Filiz’e.

” Namuslu olmak ne kadar zor şeymiş meğer!”  diye başladığı bir yazısı var ki Sabahattin Ali’nin, neredeyse yarım asır sonra hala bir şeylerin hiç değişmediğini görüp öfkeleniyor insan.                                  ♥    ♥    ♥

Biyografi okumak çok heyecan verici gelir bana.  Başarmış yada bir şekilde tarihin sayfalarına geçmiş insanların hayat hikayeleri nedense hep ilginçtir ve asla sıradan değildir.  Böyle kişilerin neredeyse tamamının travmatik bir çocuklukları yada gençlikleri vardır.  Sadece acıdan geçmeyen şarkı değil, acıdan geçmeyen hayatta tam olmuyor galiba.  Kitapçılarda en sevdiğim raflar biyografi kitaplarının olduğu raflardır.  Neden bu kadar çok severim biyografi okumayı, meraktan mı, öğrenmek için mi? bilmiyorum.  Biyografi kitaplarının çok öğretici olduğunu düşünürüm her zaman. İnsan sadece kendi yaşadıklarından değil başkalarının hayatlarından da ders çıkarabiliyor.

Bu kitabı okurken bir yandan kitabın hikayesine daldım bir yandan da aynı tarihte ve aynı mekanlarda yaşamış anne ve babamın da kitapta anlatılan hayatlar sürüp giderken oralarda bir yerlerde olduklarını düşündüm.  Filiz Ali’nin anlattığı Ankara annemin çocukluk ve genç kızlık Ankara’sı İstanbul’da babamın İstanbul’uydu.

Sabahattin Ali edebiyat tarihimizin önemli isimlerinden birisi.  Romanları gerçekçi ve etkileyici.

 Filiz tam senin için üzüldüğüm bir zamanda aldım elime bu kitabı, sonradan fark ettim kitabın adı ve yaşadığım anın tuhaf çakışmasını, “Filiz hiç üzülmesin”,  sen de üzülme Filiz.

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.