Benim Hayal Defterim

Bayram Tatları

   Bayram sabahı, oğlumla mutfakta her yerimiz un içinde, vanilya kokusu sinmiş yanaklarımızı birbirine yapıştırıp dans ettik. Tabii ciddi bir boy farkımız olması sıkıntılı olabilirdi ama üstesinden geldik; o parmaklarının ucunda yükseldi ben dizlerimi büktüm, Charles Aznavour Mes emmerdes’i söyledi bizim için. Anne oğul dans ettik. “Hiç unutmayalım bu günü ” diye söz verdik birbirimize. 

   Bu arada neler neler yaptık; biscotti, patatesli nefis poğaçalar,  damla çikolatalı, yulaflı kurabiyeler  ve elmalı strudel. Resimde görüldüğü gibi biscotti biraz fazla pişti ama hemen bir bahane buldum bu duruma. Biscotti ne demek? twice-baked yani iki kere pişmiş demek :)) Bu biscottilerin neredeyse tamamı kuşlara bayram yemeği oldu. Çünkü ben başta olmak üzere kimse beğenmedi. Kızdım kendime. Kanalları gezerken rastladığım bir yemek programından aldığım, asimilasyon maduru İtalyan asıllı biscotti  tarifine malzeme ve zaman harcadığım için. Oysa benim kitaplarımda ne güzel tarifler var. Bu hafta sonu mutlaka harika bir biscotti yapacağım.  Patatesli poğaçalar sevgili Ayşe’nin tarifi, ondan izin alıp bu tarifi bir yayınlasam, bir daha başka tuzlu tarifi aramazsınız. Elmalı strudel çok kolay, ancak adım adım fotoğraflamam gerekir iyi anlatabilmek için.  Çok yakında………. :))

Imam Bayildi (The Priest Fainted)

Imam Bayildi is one of the most well-known Turkish “Zeytinyagli” Olive Oil Dishes. In the orginal recipe, fried eggplant stuffed with tomato, onion, garlic and parsley, baked in the oven  and served cold.

My version of Imam Bayildi is lighter and easier than the original one.

Ingredients:

4 medium-sized  eggplants

3-4 cloves garlic, chopped

2 lbs  tomatoes, blanched, peeled and coarsely chopped

1/2 cup   chopped parsley

1 large onion, chopped

1/4 cup, plus 2 tablespoons olive oil

1 teaspoon caster sugar

Fresh ground pepper to taste

1/2 teaspoon salt

Preparation:

Preheat oven to 425° F

Peel eggplants leaving lenghtwise stripes,  cut  in to 1-inch  cubes, soak in salted water for 30 minutes, then drain and dry them.

Using a large pan over medium high heat, sauté onions and garlic  in 1/4 cup olive oil until they begin to soften, about 5 minutes. Add tomatoes and parsley, season with  salt, pepper  and sugar.  Reduce heat to low and simmer, covered, stirring ocasionally about 15 minutes.

While sauce is simmiring,  place eggplants in a bowl with the 2 tablespoons of olive oil, toss until the eggplant cubes are well coated. Transfer the eggplants to a large sized oven-proof pan and spread out in to one layer. Roast in the oven for about 15 minutes or until  browned slightly.

Remove the pan from the oven.  Place the roasted eggplants  in the  baking  dish, spread tomato sauce evenly to cover the eggplants.

Bake uncovered for 20-30 minutes, until golden brown and bubbly.  Remove from oven

Serve cold and sprinkle with  fresh parsley before serving

Why did the priest faint? You’ll see :))

Türkçe tarifi yazmayım, herkesin nasılsa alışık olduğu bir İmam bayıldı tarifi vardır. Aslında bu tarif  klasik tariften farklı; patlıcanları yağda kızartmak  yerine fırında kızartıyorum. Light İmam bayıldı :)))

Yaşasın Bayram!

   Yaşasın bayram!  Yeni kıyafetler, bol çikolata şeker, bayram harçlığı, mis kokulu odalar, harika sofralar, dantelli mendiller,  anneannemin nefis yemekleri,  üstüne dedemin kaymaklı ekmek kadayıfı, kalabalık sofralar, içimi sevinçle dolduran sevgi sözcükleri…..    Çocukluğumun bayramları.

    Arife günü temizlenmiş mis kokulu evimizde,  akşam her kes sırayla banyo yapar, beyaz çarşaflı yataklarımızda dualar ederek, içimizde bin heyecan uykuya dalardık.  Çorabından pabuçlarına kadar hazırlanmış yepyeni bayram giysileri, başucumuzda bizimle birlikte sabah olmasını sabırsızlıkla beklerdi. Bütün bir hafta bulmak için türlü denemeler yapıp, bir türlü gizli yerini bulmayı başaramadığımız torbadaki bayram çikolataları nihayet şekerliğe konmuş olurdu  sabah uyandığımızda. Annemin mutfağına sinmiş olurdu 3-4 gün süren bayram hazırlığının vanilyalı kokusu; kurabiyeler, pastalar, bazen gül kokan lokumlar, ev yapımı kestane şekerleri, çikolatalar…  Bayram sabahı özenle hazırlanmış bir sofrada, törensel bir karşılama yapardık bayrama. Sonra hediye mendiller, bayram harçlığı, dantelli çoraplar, halıda kayan rugan ayakkabılarım …..

    Evcilik oynuyormuşuz hissine kapıldığımız bayram ziyaretleri; bir saat önce onlar sizde, iki saat sonra siz onlarda. Uslu uslu bir köşede oturan çocuklar, çikolata ikram edildiğinde gözler annede şekerliğe uzatılan ürkek eller,   kulağımızda çınlayan anne tembihi “ sakın hiçbir şeyden birden fazla almayın çok sevdiğiniz bir şey olursa ben evde yaparım” Doğrusu hiçbir şeyin ikincisini istemedim, hiç kimse annem gibi yapamaz gibi gelirdi bana. Hiç tahamülü yoktu annemin arsızlığa, babamın yalana. Sofrada kalan son lokmaya kimse elini uzatmazdı, o hep nezaket lokması olarak çöpü boylardı. Bayram harçlıklarımız, bizim çocuklarımıza verdiğimiz kadar çok olmazdı asla. Olsa olsa şeker, çikolata, mantar alırdı ya da yaklaşmakta olan özel bir gün için,  hepimizde başka başka türleri olan kumbaralarımıza girerdi.

     Geçenlerde babamla o günleri andık,  koca apartmanda kimse kimseyle bırakın kavgayı, dargınlık yaşamadan yaşar giderdik.  “Kaybettik değerlerimizi” dedik.  Kimseye rahatsızlık vermemek,  hoşgörülü olmak, sevmek ve saymak  üzerine kurduğumuz değerlerimizi kaybettik. Çocukluğum bayramlarından sadece dört güzel şey kaldı bana; annem, babam  ve iki kardeşim.  Annem ve babam deniz manzaralı balkonlarında bayram yemeklerini yerken, boş sandalyelere eski bayramlardan kalan çocuk sesleri bol, kalabalık anıları oturtup, eski  sofraların özlemiyle hüzünlenecekler,  ya da içlerinde bir ümit, birimiz süpriz yaparmıyız diye balkonda oturup yola bakacaklar. Kardeşim başka  bir ülkede bayram sofrasında oturken,  çocukluğumuzun bayram sofralarını anacak.  En şanslıları benim.  Çocukluğumun bayramlarından kalan şu dört  güzel şeyden birine,  ağbime güzel bir bayram sofrası hazırlayacağım bu bayram.

İyi bayramlar hepimize….

DİYET

    Her Pazartesi sabahı başlayıp, her Cuma akşamı sona eren şey nedir? Tabii ki Diyet :))  Eskiden olsa bu cümlede “her”ler olmazdı. Genelde Mart başında başlar, Mayıs ayına istediğim kiloya düşmüş olarak girerdim, ama dedimya o eskidendi. Son yıllarda her Pazartesi diyet, her Cuma akşamı tatlı, pasta, börek…  Evde iki çift dikkatli göz altında yaşadığında insan fazla koyuveremiyor kendini; oğlum nazikçe ” annecim hani sen bir diyete başlayacaktın o ne zaman olacak?” diye sorduğunda, kızım, ikinci dilimi almaya ya da ikinci tabağı koymaya kalktığımda “sakınnn anne” diyerek beni uyardığında, kendime geliyorum.

Bazen de diyet olmasa da, adına “yediklerime dikkat ediyorum” dediğimiz şeyi  yapıyoruz Defne’yle birlikte. Kilo aldığını düşündüğünde, asla rejim değil sadece biraz abur cuburdan uzak, daha dikkatli beslendiği zamanlarda ona eşlik etmek ikimiz içinde daha kolaylaştırıyor her şeyi. İşte o günlerden birinde Defne fotoğraftaki harika tabağı hazırladı bizim için.

Sabahtan Teriyaki ve soya sosla marine ettiği tavuklara, ızgaraya koymadan önce birazda acı sos eklemiş, hem yumuşacık hem de inanılmaz lezzetliydi tavuklar. Kabakları küp küp doğrayıp zeytinyağında, ama harlı ateşte soteledikten sonra bol maydanoz eklemiş ve tabii tuz karabiber….. Kızımın elinden yemek yemek, hem de böyle hoş bir sunumla diyete gerek kalmadan eritti beni :))

Benim evimde,  hayatın kadınsı detaylarını paylaştığım bir genç kızım var artık. İşten eve yorgun döndüğümde, güneşli mutfağımızda buluşup, onun hazırladığı güzel bir çay sofrasında birlikte keyifli sohpetler ettiğimiz 15 yaşında bir kız arkadaşım var :)))

Gölün Kıyısında

Gölün Kıyısında, Kanada’da geçen hüzünlü ama umutlu bir öykü. Luke yaşadıkları kasabada bir ilki gerçekleştirir ve öğretmenlik okulunu  kazanır. Başka bir şehire okumaya gidecek olan oğulları için alışverişe çıkan anne ve baba yolda geçirdikleri bir kaza sonucunda hayatlarını kaybeder ve  dört kardeşi zorluklar ve mücadeleyle dolu bir hayatın içinde bırakırlar. Gerçekleşmeyen hayaller, hiç bitmeyen umutlar…. 

Dört kardeşin zorlu yaşam mücadelesi, bana bir kez daha hatırlattı; hayat her zaman hayal ettiğimiz gibi sürdürmüyor akışını. Hiç ummadığımız bir yola sapıveriyor bazen;gerçekleşmeyen hayaller, hiç beklemediğimiz süprizler…

“Çocukların pek az zaman mefhumu vardır….. Yarın sonsuzdur ve yıllar göz açıp kapayıncaya kadar geçer gider.”

Kitaplarda tıpkı tarifler gibi benim için; nasıl denediğim tarifler içinde kayda değer olanları paylaşıyorsam, kitaplar söz konusu olduğundada aynı şey, tadı damağımda kalan kitapları paylaşıyorum:))

Patlıcanlı Penne

Patlıcanlı penne, bizim evde en sevilen makarna türü. 2-3 patlıcanı alacalı soyup küp küp doğradıktan sonra tuzlu suda 30 dakika bekletiyorum, iyice sıkıp harlı ateşte pembeleşene kadar kızartıyorum, bol kağıt havlu serdiğim tabağa alıp yağının süzülmesini sağlıyorum. 

Makarnayı al dente pişiriyorum. Bu tarife bizim alışık olduğumuz çok pişmiş makarna kesinlikle uygun değil, bu arada al dente makarnanın glisemik indeksi çok pişmiş makarnaya göre daha düşük.  Domates sosu için, yarım çay bardağı rafine zeytin yağı, 2-3 diş ince kıyılmış sarımsak, 400 gr’lık soyulmuş domates konservesi, tuz ve yaklaşık bir kahve fincanı ince doğranmış fesleğen kullanıyorum.   

Sosu, en son aşamada tüm malzemeyi karıştırdığımda patlıcanların ezilmeyeceği kadar geniş bir tencerede pişiriyorum. Zeytinyağı ısınınca sarımsakları atıp kokusu çıkana kadar soteliyorum, asla kızarmalarına izin vermiyorum çünkü tadı değişiyor. Soyulmuş domates konservesinin tamamını ekliyorum ve ezici ile domatesleri eziyorum, tuzunu ilave edip, ağzı kapalı olarak 10-15 dakika kısık ateşte pişiriyorum.

Sos ve makarnayı karıştırdıktan sonra  patlıcan ve fesleğeni ekliyorum tekrar hafifçe karıştırıyorum. Servis yaparken üzerine taze karabiber çekiyorum,  parmesan rendeliyorum birde taze fesleğen yapraklarıyla süsleyince harika bir ana yemek oluyor.

Patlıcanlı penne’nin olmazsa olmazları; taze fesleğen, parmesan ve soyulmuş domates konservesi. Soyulmuş domates konservesi hem çok daha renkli hem de çok yoğun oluyor. Natura Verde en sevdiğim marka.

♥ ♥ ♥ ♥…….∞

Erikli Franjipan Tart

Tart ve pay yapmayı çok seviyorum çünkü sınırsız seçenek var.  Çeşit çeşit meyveler, sebzeler, peynirler, fındık, fıstık, ceviz, çikolata, baharatlar……

  Kırmızı Anjelika erikler çocuklara ekşi geldi yemediler, son kullanma tarihine bakılırsa 3 günlük ömrü kalmış yarım kutu krem peynir, biraz krema, azıcık marzipan bir araya geldiler, hem görüntü hem lezzet harika oldu. Hamurunada 2-3 kaşık badem unu kattım nefis bir franjipan tart oldu.

“Pay ve tart arasında ne fark var?” diye sordu benim meraklı oğlum.

– Ne zor bir soru!

Genelde tart her şekilde oluyor; kare, yuvarlak , dikdörtgen. Pay yuvarlak oluyor, bazen üzerini örten ikinci bir hamur oluyor, çoğunlukla kenarı dalgalı oluyor. Pay daha derin tart daha ince oluyor. Pay veya tart diye ayırmıyorum ama kiş hamuru yaparken farklı bir yöntem kullanıyorum. Kestiğimde ufalanıyor kişin hamuru. Hamur ve malzeme arasındaki sert ayrım kalktığında kiş, yemek sofrasında başlangıç olarak yanında yeşilliklerle ikram edilebilir bir hâle geliyor.

– Üfff kafam karıştı. Elmalı pay hep kapalı olmazmı?

-Peki ıspanaklı pay niye açık?

– Neyseki son 10-15 yıldır ıspanaklı paya ıspanaklı kiş der olduk. Annemin şahane ıspanaklı payı nasıl olduysa son yıllarda ıspanaklı kiş oluverdi.:))

 

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.