Benim Hayal Defterim

punch

DSC_6793

   Hülya bahçesinden nefis meyveler getirdi; kirazlar, kayısılar ve mis kokulu kırmızı erikler…

   Tarım ilaçsız, hormonsuz meyve o kadar değerli ki bir tanesini bile ziyan etmemek için uğraştım:)) Kayısılar ve kirazlar  bitti, geriye kırmızı erikler kaldı. Yaklaşık 1 kilo kırmızı eriğin çekirdeklerini çakardım, bir tencerede 300 ml suyla eriklerin kabukları soyulup yumuşayıncaya kadar pişirdim.  Yumuşacık erikleri tel süzgeçten geçirdim ve 1 kap şekerle karıştırdım. Harika bir renkte kırmızı erik konsantrem oldu.

DSC_6797

   Buzlukta yarı yarıya donmuş, buz gibi bir Çamlıca gazozunu bardaklara koydum, üzerine erik şurubu kattım. Tadına doyulmaz, nefis bir yaz serinliği oldu.

Hülya bu erikler ne kadar da güzelmiş :)) 

green gate

DSC_6782

Green Gate, uzun bir aradan sonra yeniden Tepe Home’da.

DSC_6775

Romantik güller, insanın içini açan renkler… Yine çok çekici 🙂

DSC_6779

Bardaklar, pasta tabakları, kaseler, mutfak önlükleri, yastıklar, saatler….

DSC_6776

 Green Gate’ler teşhire çıkar çıkmaz beni haberdar eden harika bir arkadaşım var. Ne şanslıyım 🙂

DSC_6766

İkinci gidişimde ürünler neredeyse yarı yarıya azalmıştı.

DSC_6773

Green Gate hayranları gittikçe artıyor.

DSC_6772

Umarım Tepe Home artık hiç ara vermeden getirir Green Gate ürünlerini.

Fotoğraflar: by Elvan Başustaoğlu

Şimdi sen de paris’tesin.

  Paris, bir otel odasına kapatılmış, Hugo okuyup çikolata yiyen o inatçı cocuk olacak, sizin Paris’i keşfetme tarzınızda; benim içinse, Louvre’un merdivenlerinin tepesinde Samothrake Nikesi’ni, babamın bana güzelliği öğretmiş olduğu o zarif heykeli gördüğümde akıttığımız gözyaşları olacak. diye anlatır  Maria  Kodama, Borges’le birlikte yazdıkları Atlas’ın son değişinde Paris’i.

   Benim Paris’im: Kalbimde süren mevsim  ilkbahar olmasına rağmen, bana  her defasında kasvetli, soğuk yüzünü gösteren bir kış ya da sonbahar resmiydi.  Metro müzisyenlerinin akordiyonla çaldıkları şansonlar kulağımda, uzaktan bakıp dilek tuttuğum  bir hayalin  içinde, üstelik en güzel yerinde; Champs-Elysees’de, hoplaya zıplaya yürüyen bir genç kızın içine sığmayan bir mutluluktu benim ilk Paris’im.  

    Seine Nehri kıyısında açıp kollarımı Jo ( Audrey Hepburn) gibi “Bonjour Paris” diye selamlamaktı Paris’i.   Nereden bakarsananız bakın hep çok yakın gibi görünen Eiffel’e saatlerce yürümek, nihayet varınca, atlı karıncada çılgınca dönerek kutlamaktı varışı.  Avenue Montaigne’da ünlü bir markanın vitrinindeki gelinliğe bakıp hayal kurmaktı… Saint Germain’deki ikinci el kitapçılarda soluklanmak,  Aşk köprüsü Alexandre III ‘den  geçerken yanımda olmasını hayal ettiğim sevgiliyi anmaktı.   Cafe Le Madrigal’de bir kahve molası verip, Esmeralda ile  karşılaşma hayaliyle Notre Dame’a doğru yola çıkmaktı.   Montmartre’da bir resamın tuvali üzerinde parmaklarıyla yaptığı dansa dalıp gitmek,   Sacre-Coeur’un merdivenlerinden çekmek Paris’i içime.  

    Brasserie Lipp’te, oturduğum sandalyede daha önce ünlü bir devlet başkanının oturduğunu öğrenince, üzerime çöken ağır havayla dalga geçen  arkadaşlarımla birlikte anın tadını çıkartmaktı.    Eski müdavimlerin her an kapıdan gireceklerini hayal edip, ayırmadan gözümü kapıdan beklemekti; Hemingway’i,  Camus’u,  Proust’u.  Bir yandan da boş ver yazarları, sadece Yves Montand gelse en genç haliyle deyip dalga geçmekti kendimle.  Elimde bir Fransız bageti, boynumda ipek bir eşarp yağmurlu bir havada  Boulevard Haussmann’dan otele doğru yürümekti.  Galeries Lafayette’in  muhteşem kubbesinin altında, bir alış veriş deliliğinde kaybetmekti kendimi.   Louvre’da Monalisa’nın gülümseyen gözleriyle karşılaştığımda içimi dolduran  memnuniyetti benim ilk Paris’im. Operanın  muhteşem görüntüsünde;  sahnede Carmen’ i, locada  soylu kalabalığı hayal etmekti Paris..  Pompidou’nun bahçesindeki dev kırmızı dudağın fışkırttığı sudaki ışıltıydı Paris.

Sevdiğim filmlerin,  kitapların izini sürmekti Paris benim için.

Lyon’da geçirdiğim uzun haftaların, hafta sonu kaçamaklarıydı Benim ilk Paris’im.  Bir hayali gerçekleştirmenin keyfini yaşayan üç mutlu gencin büyülü, romantik şehriydi Paris.

Sen nasıl anlatacaksın Paris’i?   Daha sonrakiler ilki gibi derinden etkilemeyecek seni.  Seveceksin Paris’i her zaman ama o ilk karşılaşma anının heyecanı gibi olmayacak diğerleri…

Şimdi sen de Paris’tesin….

Elvan

MAVİ

  Bu günlerde  bir başkasının hayatında,  yaşamın ne kadar değerli olduğunu yeniden düşünür oldum. Gözyaşlarımı zor tutuyorum gözümün pınarlarında. Yaralı bir kedi görsem yolun kenarında, sel olup akacak biriktirdiğim ne varsa. Hüzünlü bir Haziran geçti, şimdi  hüzünlü bir Temmuz geçiyor hayatımdan. Mantıklı biri derhal bu durumdan çıkmak için çareler arar ama  benim gibi duygusal bir “balık” dibine vurmadan bırakmaz hüznü. Ne yapar? Anıların sıcacık örtüsünün altında saklanmak ister. Geçmişin tatlı anılarında iyileştirmek ister bugünün yaralarını.  Geçmişe yolculuğun tek hüznü:  Geçmişin geçmişte kalmış olması 🙁  Oysa mutlu anlar var orada. “şimdi bulsam bir yerlerden dünyalar benim olur” dediğim,  kaybına üzüldüğüm küçük değerlerim var.  Bir zamanlar delice sevdiğim insanlar var.  Masallarım, hayallerim var.

  Yaraya sürülmüş alkol gibidir hüzünlü bir zamanda geçmişe yolculuk;  ilk anlarda  yarayı daha da acıtır ama sonunda tedavi eder öyle bırakır.  Böyle zamanlarda:

Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.

şiiri düşmez dilimden. Hiç bir şey sorulmasın benden isterim, haberim olmasın olup bitenden.

  İşte saklanmaya ihtiyacım olduğu  böyle bir anda, tavan arasında buldum kendimi. Affan dedeyi arıyordum galiba 🙂 çocukluğumu buldum  onun yerine eski bir bavulun içinde.  “Haksızlık bu!” dedim. Hayatımın bir dönemi, babamın hediyesi bir elişi kutusuna sığmış. Daha kutuyu açmadan, o hediyenin beni günlerce nasıl oyaladığını hatırladım. Kutuyu açtım.  İçinden  günlükler, mektuplar, şiirler, kurutulmuş çiçekler çıktı.

  Geleceğe yazılmış mektupları yine açamadım. Tavan arasından çıkıp, fersiz bir ışık eşliğinde geceler boyu okudum küçük bir kızın çarpık çurpuk yazısıyla yazdığı günlükleri.  Ağladım, güldüm… “Ne komik bir kızmış bu yaa” dediğim de oldu, kırılgan kalbine üzüldüğüm anlarda… O küçücük bedenin içinde ne fırtınalar kopmuş.  Günlüklerini okuduğum bu küçük romantik  kıza yıldızlar kadar uzağım şimdi. Kendi satırlarımda bir başkasının hayatını okudum sanki. 

Sahi, bir ömre  kaç hayat sığıyor?

 Hüznün rengi mavi miydi?

Bahçemde yaz

DSC_6736

Bahçemin frambuazları…

DSC_6724

Bahçemin naneleri…

Bahçemde yaz bu kadarla bitmiyor elbet; sırada vişne, kayısı, elma  ve erikler var. Kuşkonmaz ve frambuaz bahçemin baş köşesinde! 🙂

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.