Benim Hayal Defterim

YENİ YIL DİLEĞİ…

Yılbaşı sabahı her zaman olduğu gibi erken saatte başladım güne. 8’de kahvaltım çoktan bitmiş, hatta gazete bile okumuştum. Kulaklığımı taktım, önlüğümü giydim ve başladım hazırlıklara. İşler biraz yoluna girince de her zaman yaptığım gibi bir kahve molası verdim. Yanında nefis bir çikolata… Keyfim yerindeydi kısacası ta ki telefonumun ekranına o mesaj düşene kadar.

  “Benim hayatım bu değil olamaz. Bir gün bir şey olacak, her şey kökten değişecek ve gerçek hayatım başlayacak. Yaşarken de diyeceğim ki; “Hah! işte buydu” Okuduğum bir kitaptaki bu satırlar bana seni düşündürdü. 2019 “Bu benim hayatım olamaz” dediğin bir yıl oldu. Bundan sonraki her yeni yıl “Hah! işte buydu” dediğin yıllar olsun güzel Elvancım, hayatlarımızı güzelleştiren Elvancım…

   Nerde biriktirmişim o kadar gözyaşını  şaşırdım bu mesajı okuyunca “Kim bu, bu kim?” dakikalarca sordum bunu. Nerden çıktı bu mesaj, nasıl bir anda çekiverdi  hayal kırıklıklarının, sonraya sakladığım hüzünlerin üzerine kapattığım o örtüyü. O güzel temenni, tatlı sözler  nasıl dolduruverdi içimdeki boşluğu…

  Şimdi başka bir zamana gitmeliyim  anlatabilmek için bana bu mesajı kimin yazdığını. Aylar önceydi işlerimi bitirip yukarıya çıktım. Camın önünde bir kadın oturmuş pasta yiyiyordu. Gözlerini bir noktaya sabitlemiş, onu mutsuz eden onlarca şeyi unutmak için tatlı bir şeyler yemeğe gelmiş diye düşündüm. Uzun uzun  da seyrettim o kadar güzeldi ki.. Daha da dikkatimi çekti hüzünlü sakinliği. Sonra baktım hemen hemen her hafta  geliyor. Her gelişinde yine çok güzel, yine hüzünlü. Dükkana sık ve düzenli gelen insanlarla bir süre sonra sözcüklere dökülmemiş bir samimiyet oluşuyor aramızda ve artık tanışmak kaçınılmaz oluyor. Nihayet onunla da tanıştım. Şu klişe söz bazen gerçekten tam yerini buluyor. “Birbirimizin kalbine dokunduk” işte bana bu güzel yeni yıl  dileğini yazan o güzel kadınmış meğer.

 “Ruhu ruhuna yakın arkadaşların, dostların hiç eksilmesin hayatından” yazmış bir de mesajın sonuna. Bütün kalbimle “Lütfen” dedim. Eksilmesinler hayatımdan. Hayat bazen bir şeyi alırken hayatımızdan başka bir sürü  güzel şey veriyor. Harika arkadaşlarım, bana şarkılar söyleten, bazen mutluluktan dans ettiren arkadaşlarım, dostlarım oldu.

    Hiç eksilmesinler hayatımdan.

 

Bazen mutlu son yola devam etmek…

   Bazen aylarca uğramadığım oluyor. Bahçedeki çiçekler ne alemde, gözüm gibi baktığım kuşkonmazlar kurudu mu, ağaçlar meyve verdi mi bu yıl, özene özene yaptırdığım kuş evleri duruyor mu hala? Düşünüyorum gece yatınca.

   O güzel evde yaşlanmak için dua ettiğim yılların üzerinden ne hayal kırıklıkları, ne hüzünler geldi geçti.

   Şimdi ne zaman gitsem açsam kapıyı kimsesizliğin kokusu çarpıyor yüzüme. Anılar darmadağın olmuş artık odalarda.  Bir tek Eren’in odasını sakladım olduğu gibi, izin vermedim tek bir eşyanın bile çıkmasına odasından. En çok zamanı onun odasında geçirmem bu yüzden. Giriyorum odaya eskiden her sabah yaptığım gibi perdeleri açıp havalandırıyorum, sonra duvarda bir çerçeve içinde asılı minicik el ve ayak izlerini seviyorum, dolabını açıp bakıyorum her gittiğimde; hayat o dolabın içinde, Eren’in dokuz yaşındaki haliyle donmuş askılarda, çekmecelerde. Minicik gömlekler, pantolonlar, tutkunu olduğu takımın küçülmüş formaları, masasında ders kitapları ve masa boyunca dizdiği bir zaman bütün dünyası olan küçük renkli arabaları, duvarda 8. yaş günü davetiyesi, başucunda birlikte okuduğumuz son kitap Şapşal Baykuşun Gece Uçuşu… Sonra oturuyorum yatağının ucuna akşamları yatmadan önce birlikte kurduğumuz hayalleri hatırlamaya çalışıyorum. Bizim yatakta kocaman dünya haritasını önümüze serip yaptığımız tatil planlarını hatırlıyorum her seferinde. O küçük sapsarı başı göğsümde uykuya dalmasını… .

   Hayallerimiz…

   Aşağıda önünde taburesi kapağı kapalı piyano sanki değişmeyen bir kaç şeyden biri. Orada öylece Defne’yi bekliyor. Kimse onu benim kadar sevmedi. Ne zaman gittiysem kapağını açıp bir şeyler çalmadan çıkmadım evden. Son gittiğimde  uzun uzun oturdum önünde Defne’nin bir yemek davetinde “Annem piyano çalarken herkes duysun diye bütün camları açıyor” dediğinde bir çocuk gibi utandığım o geceyi hatırladım. Yüzümde bir gülümseme Love Story çaldım haber verdim evin her yerine sinmiş hatıralara “Ben geldim!”

   Sonra bodrum kat… Sırt sırta dizilmiş kimisi kendi yaptığım, kimisi satın aldığım yağlı boya tablolar. 35 yaş hayalimdi ressam olmak. Eren büyüdü fırçalarla boyalarla oynamaya başladı apar topar kaldırdım yarım kalmış resimleri fırçaları. Resim hayalimi de tıpkı piyano hayalim gibi bir gün dönerim umuduyla  kaldırdım bir köşesine hayatımın.

   Dönemedim…

   Salonun duvarlarına asmak için getirttiğim botanik printler, rulo rulo duvar kağıtları, metrelerce döşemelik kumaş, salonun yeni halini gösteren çizimlerim… En büyük sorundu şöminenin yeri..

   Hiç birisi olmadı…

   Ne o kumaşlar kullanıldı, ne resimler asıldı duvarlara.

   Mutluluğu eşyalara bağlamaktan vazgeçtim. Meğer mutsuzluktanmış hepsi fark ettim.

   Depolardaki küçülmüş çocuk kıyafetlerini, kutular dolusu  anıyı nasıl elden geçiricem bu evi satarken diye düşünüp üzülüyordum. Sonra düşündüm nasıl topladığımı darmadağın hayallerimi, nasıl iyileştirdiğimi yaralarımı, farkında olmadığım ne çok mutsuzluğun farkına varıp, hayatımızı altüst eden o fırtınaya şükredecek hale geldiğimi…

   O halde nedir ki ev, eşya…

   Doldururum bir bavula fotoğrafları, çocukluk anılarını, günlükleri çeker çıkarım kapısını.

   Affederim geçmişi, geçmiş hatalarımı…

   Mutlu olmak için onlarca sebep varken, geçmişin mutsuzluklarına takılıp kalamam. Söz vermiştim hayata doğum günümde üstelik kocaman harflerle yazmıştım boş bir sayfaya “MUTLU OLMAYI SEÇİYORUM”

 

 

KİTAP

   Kelimelerinin büyülü dansına kapılıp gittiğim her hikayeden, her kitaptan satırlar birikmiş yüreğimde meğer. Ne hikayeler geçip gidiyor aklımdan, kalbimden anlamlı bir bütünlükte bir araya getirmeye fırsat bulamadığım.  Bir rüya ile başlayıp yarım kalmış kaç hikaye var aklımda, hep birgün tamamlayacağım umuduyla sakladığım. Böyle rüyaların uykumu böldüğü gecelerin sabahında, yarı uykuda, yarı uyanık devamını getirmeye çalıştım hep o rüyanın. Sonra günlerce, düşünmeye fırsat bulduğum her an  devam ettirdim hikayeyi. Bazen bir şarkı eşlik etti, bazen bir koku, bir renk… Sadece bir tanesini yazmaya başladım yıllar önce. Haftalar boyunca fırsat bulduğum her an yazdım.

İki kalp bir araya gelirse, okumayı yazmayı seven iki kalp…

Hikayeler, tarifler, sırlar…

Zaman alacak ama eminim harika bir anı kalacak bizden geriye.

 

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN

19 yıl oldu. Her doğum gününde yaşasaydın kaç yaşında olacağını hesap ettim durdum. Sessiz bir köşeye çekilip mutlaka her sene bir süreliğine de olsa hatırlamaya çalıştım birlikte büyüdüğümüz yılları: şarkıları, sevinçleri, aşkları, göz yaşlarını. Hayalimde yaşlandırdım seni; Mesela gözünün kenarına çizgiler koydum, bakışlarını biraz soldurdum, biraz kilo aldırdım, omuzlarına  şelale gibi dökülen o kumral saçlarını biraz seyrekleştirdim, pembe yanaklarını hafifçe soldurdum, hatta bir yakın gözlüğü taktığım bile oldu sana; ama ne yaptıysam yok edemedim o masum güzelliğini. Yaşlandıramadım anılarıma çakılı kalmış 32 yaşındaki halini sonra  anladım ki, sen yaşlanabilseydin eğer yine güzel, yine zarif bir kadın olacaktın.

   Doğum gününü kendi başıma kutladığım 2 Temmuzlar son yıllarda canımı eskisinden fazla acıtır oldu. Senli günleri hatırlamaya çalıştığım her doğum gününde, o uzak kristal dünyada ışıl ışıl parlayan, henüz hiç bir kaybın yasını tutmamış çocukluğumuza bakıyorum canımı yakan bir hasretle, kulaklarımda çınlayan çocuk seslerimizi, bağırışmalarımızı, şarkılarımızı duyuyorum.  Geçmiş ümitsiz bir aşk gibi acıtıyor içimi. Seni hala çok özlüyorum çocukluğumun küçük kızı. Sonra hayallerimiz geliyor aklıma, geleceğe yazdığımız mektuplar… 

   Son 20 yılda olup biteni geçiriyorum aklımdan. Her sabah gazeteleri okuduğumda içine düştüğüm çıkmazı, kimi geceler başka başka ülkelerde yaşamanın nasıl olacağını düşündüğüm korkulu  anları, çocuklarımı içimde derin bir endişeyle büyütmeye çalıştığım bu şansız ülkeyi ve işte o zaman ağlıyorum kaybolan masumiyetimize, yaşadığım hayal kırıklıklarına ve   diyorum ki tam da gittiğinde bozulmaya başladı her şey. Güzel hatıralarla gittin sen. Neyse ki görmedin tüm bu üzücü gelişmeleri. Görseydin sen de şaşardın benim gibi üstelik şaşırmakla kalmaz, tanıdığın sevdiğin herkesi yanına alıp kaçırmayı isterdin buralardan.

 

Hayallerimizinin gerçek olmasını beklerken yaşadığımız o güzel yılların bir hayal olacağını hiç düşünmemiştim.

 

SÖZ

DSC_7385

   Özledim. Pazar sabahları kuş cıvıltılarıyla uyanmayı, dört yanı yeşil yaz günlerini, hanımeli kokan bahar akşamlarını, mangaldaki alevin kokusunu, çocukların dört bir yana koşuşturmasını çığlık çığlığa, akşam yattığım yerden karanlıkta yanıp sönen  ışıklarıyla geçip giden uçakları seyredip hayal kurmayı, ağustos böceklerinin hiç susmayan şarkılarını, kaygısız akşamüstlerini, hatta verandadaki tentenin direğine konup dakikalarca beni göz hapsinde tutan peçeli baykuşu bile özledim.

   Arada bir  uğrayıp hüzünlü yalnızlığın kokusu sinmiş  odalarını gezerken söz veririyorum güzel evime:  “Göreceksin eskisinden de güzel olacak her şey. Döneceğiz yeniden, kahkalar bağrışmalar eksik olmayacak odalarından. Bahçenin ağaçlarında büyüyen erikler, kirazlar, elmalar reçel kavanozlarına dolacak yeniden, katmer güllerin genç kızımın odasını, misafir sofralarımızı süsleyecek. Nişanlar, düğünler yapacağız mis kokulu bahçende. Mutluluk için kalkacak kadehler Defnem üniversiteyi bitirdiğinde, Erenim üniversiteyi kazandığında.”

   Yaşama sevincini ve masumiyetini hızla kaybeden güzel ülkemde hayal kurmak, umut etmeye devam etmek…

 


!

Kış

   Sabah uyandığımda her yer bembeyazdı.

   Bir torbaya doluşturduğum hüzünlerim, hatalarım, hayal kırıklıklarımla çıktım yola. Biraz kendimle yalnız kalmaya ihtiyacım var anladım.  Aylardır buz kesti yüreğim,  biraz da bedenim üşüsün kocaman ıssız evimde; çoktandır kapısını açmadığım, güzel günlerimin güzel evinde son bir yılın hesabını kapatmayı planladım. Ateşin karşısında oturup, evin sağından solundan gelen onca sese aldırmadan, korkmadan,  uzun uzun ağlayıp, sonra mutlu bir anıyla, bir cümleyle teselli olmayı planladım. Hikayemi en baştan okumaya, kendimle barışmaya kararlı çıktım yola.  Sevdiğim kitaplardan birini bir kez daha okurum belki diyordum ki, ruhum satırlar arasında gezinemeyecek kadar tutsak kalmış son bir yılın paramparça umutlarında, yarım yamalak mutluluklarında anladım.

   Çocuklar bir gün meyve yemeseler bir şey olmaz. Eren süt içmeyiversin bir kaç gün, dişini fırçalamadan yatsın. İyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir…… olmaya çalıştığım yıllar boyunca beni gerçekten neyin mutlu ettiğini ya da edeceğini hiç sormamışım kendime.  Hayat geçiyor telaşına mı kapıldım, yoksa etrafımdakileri mutlu etmek için giriştiğim her çabada  daha mı cok hırpalandım bilmiyorum. Belki de yüzüme hayran bakışlarını dikip saçlarımı okşayan küçük Eren’i, bacaklarıma sarılan küçük Defne’yi  özlüyorum. Koşulsuz sevilmeye hasret kaldım galiba. Birilerinin kahramanı, prensesi olma duygusunu özledim.

  Bu kış çok soğuk geçiyor. 

TATİL

Gidiyorum. Yakıcı bir temmuz sıcağını geride bırakıp, bir İskandinav baharına kanat açıyorum.   Bonapple’ın vanilya kokulu  kızlarını, iki ev ve iş arasında yorgun düşmüş ruhumu,  bütün diyetleri, geride bırakıp tatile gidiyorum.  iki pantolon, iki kazak hepsi bu. Bol bol fotoğraf çekeceğim, çocuklarımla müthiş bir doğaya tanık olacağız, nefesimizi kesen bütün güzellikleri içimize çekeceğiz uzun uzun. Geçici bir süre için bütün zorunlulukları, sınırlamaları çıkaracağız hayatımızdan. çocukların diliyle söylemek gerekirse KOPACAĞIZ.

Nefis fotoğraflarla geri dönene kadar…

 

 

YAZ

  Son bir yılda ne çok şey değişti hayatımda. Yılların onca alışkanlığı bir yaz akşamı  sona erdi. Sabah gittiğim yol, yol boyu gülümseyerek selamladıklarım, “günaydın” dediklerim değişti. Güne nasıl başlıyordum? Sakin, dinlenmiş. Okunacak kitapların heycanı,  sevdiğim, bir zamanlar “mabedim” dediğim kitapçıda geçireceğim anların mutluluğu, akşama harika yemekler planlayarak yaptığım alışveriş, saçlarımda sıradan bir günün kokusu, çocukları toplayıp eve varışım….

Zamansızlıktan yakınmadığım günlerin ,ayların , yılların peşi sıra gittiğim yol, vardığım dört duvar, sohpetlerim, öfkelerim sevinçlerim değişti.

Şimdi uykusuz sabahlara uyanıyorum saçlarımda vanilya kokusu.  Okuyamasamda hala kitaplar yığıyorum başucuma. Başka alışkanlıklar koyuyorum eskilerinin yerine. Yeni yüzlere gülümseyip, başka başka kelimeler ekliyorum günaydının yanına sabahları.  Ellerimde hiç geçiremediğim bir tereyağı kokusu, hayatımın en zor sınavından geçiyorum; müthiş kokular içinde diyet yapmaya çalışıyorum mesela. Karnımda ziller çalarken, nar gibi börekleri tabağa diziyorum, fırından yeni çıkmış ekmeklerin çıtırtısını dinletiyorum etrafımda kim varsa, kurabiyelerle konuşuyorum tatlı tatlı.

Her yeni başlangıçta mutlulukta var, hüzün de; öfkede var,  sevinçte; ama en önemlisi hayatımın bu yeni sayfasında öğrenilecek çok şey var. Buradan da çıkarılacak, beni biraz daha ben yapacak yeni dersler var biliyorum.

Neyse, uzun süren bir ilkbahardan sonra sıcak yaz yüzünü gösterdi.  Hem de ne yaz! Kürşat Başar’ın “Yaz”ı. Üniversite yıllarımın müthiş satırları, büyülü ifadeleri , bu yaz yeniden hayatıma girdi.

“Beni büyüleyen her zaman sözcükler oldu. Bazı insanlar her şeyi görerek anlar. Bense hayatı, anlatılanlardan, kendi kafamda kurduğum cümlelerden anlamayı seçtim.” İşte bu “Yaz”ın beni etkileyen, içinde kendimi tanımladığım ifadelerinden sadece biri.

Kürşat Başar’ın bütün kitaplarını defalarca okudum. Beni büyüleyen sözcüklerin altını çizdim. Defterlerimin arkalarına yazdım. Arkadaşlarıma ezberlettim.

Şimdi “Yaz” büyüsüne kapıldım. Yeniden hayallere daldım. Çoktandır unuttuğum günlüğümün kapağını açıp yeniden okumaya, bir şeyler karalamaya  başladım. Kendime geldim bu “Yaz”  :))

 

Bonapple

  Bir kaç aydır Benim Hayal Defterim’e fazla bir şey yazamadım. Elif’le ikimiz yaklaşık 2 yıl önce karar vermiştik; küçük, sevimli bir dükkanda tarif defterimizi dolduran onlarca tarifin birbirinden güzel kokusunu sokaklara yaymaya. Tam da böyle oldu; Bonapple’i açtığımız ilk gün, bizim tatlı hamilemiz Ebru “Sokakta tereyağı kokusunu aldım” diye geldi. Ebru’yu ilk kez o gün tanıdık sonra bağımlısı olduğu tereyağlı ballı kurabiyelerden almak için 2-3 gün de bir uğradı.

elif

Şu kapıda gördüğünüz tatlı kız benim kız kardeşim Elif.

   Bonapple maceramız Kasım başında başladı; hem de anılarla dolu bir dükkanda. Küçük bir çocukken geldiğimiz Beste pastanesi ve sahibi Rıza amca… O günlerde birisi “yıllar sonra burada sizin de bir pastaneniz olacak” deseydi ne düşürnük acaba?  3 ay sürdü hazırlık aşaması; kolay değil 50 yıllık bir bina… Hem zevkli, hem de yorucu bir süreç sonunda Bonapple nihayet, 17 Ocak’ta çocukluk anılarımızda yer etmiş küçük bir dükkanda  açıldı.  Yıllar öncesinin Beste Pastanesi bu gün artık Bonapple. Beste Pastanesi ve sahibi Rıza amca geçmiş yılların tatlı birer anısı bizim için. Ne güzel olur bugünün çocukları da büyüdüklerinde bizim Beste Pastanesini sevgiyle andığımız gibi Bonapple’ı ansalar; hatta onların damaklarında da bize ait tatlar hiç silinmeden kalsa; ama daha da güzeli Bonapple sonsuza dek hiç kapanmasa….

Yakında Bonapple fotoğrafları paylaşacağım 🙂

HEDİYE

   Doğu kültürü ile Batı kültürünün elbet görgü kuralları da farklıdır ve bu farklardan biri, armağan sunup almak biçiminde kendini gösterir.
Batı kültüründe, mutlaka paketlenmiş, tercihen de güzel bir ambalaj içinde sunulması gereken armağan, getirenin önünde açılır. Eğer yiyecek, içecek türünden bir hediye ise getirene de diğer konuklara da ziyaret sırasında ikram edilir. Özel bir eşyaysa beğendikten ya da beğenmiş gibi yaptıktan sonra teşekkür edilir ki, zahmet edip alan, sevindirdiğini görsün… Bu görgü kuralının elbette bir riski vardır. Daha güzel bir armağan getirene daha içten teşekkür edilmesi ya da beğenilmiş gibi yapılan armağanın pek de beğenilmediğinin belli olması. Ama ikramla kabul arasında, armağan hoşa gitse de gitmese de doğrudan, dürüst bir ilişki vardır.
Doğu görgüsünde, ambalajın çok da önemi yoktur. Açıkta sunulan armağana heyecanlanmak, getirenin önünde sevinmek, ayıptır. Zaten önemsizmiş gibi bakılmadan bir köşeye konur. Bazen naylon poşet içinde verilen özensiz armağan paketi ise getirenin önünde açılmaz. İster bir kutu lokum olsun, ister bir şişe içecek, servis yapılıp getirenle paylaşılmaz. Keza kişisel hediyelere de veren gittikten sonra ne getirmiş diye bakılır. Hoşa gidecek bir armağan aramak, bulmak ve almak çabasını gösteren konuk, sonucun zahmetine değip değmediğini, göze girip girmediğini asla bilemeyecektir. Ama arkasından, iyi ya da kötü bol bol konuşulacaktır.

   Mine Kırıkkanat’ın  28.08.2013  Cumhuriyet

   Yazıyı okuyunca ” annem yaaa” dedim. Anne öğretilerimizden birisi bu  hediye işi. “Hediye alıp verme insanın görgüsünü gösteren en önemli şeylerden biri” der annem.  Galiba bu hediye işinde de empati önemli kavram. Almış olmak için almak,  evdeki bir şeyi paketleme zahmetine bile katlanmadan birine hediye vermek, hatta  evdeki bir eşyaya etiket yapıştırıp, yeniymiş gibi paketleyip vermek bana korkunç geliyor.  Hiç vermemek sadece düşüncesiz olduğunuz sonucu yaratır; ama bu şekilde hediye vermek karşınızdakine bir sürü mesaj veriyor olabilir. Hediye önemli bir ifade şekli aslında…

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.