Benim Hayal Defterim

hafta sonu fırını

Hafta sonu fırını hiç durmadan çalıştı. Bu hafta sonu 4 çocuğum vardı evde ve hepsi farklı şeyler istediler. Çikolatalı donut, yulaflı çikolata parçacıklı kurabiye, beze ve poğaçalar.

Poğaçalar enfes olmuştu. Hamuru o kadar lezzetli ki içine ne koyarsak koyalım harika olur.

Hamuru için:

  • 2 + 1/4 kap un
  • 1 yemek kaşığı sirke
  • 1 yumurta
  • 1/3 kap buz gibi su
  • 100 gr tereyağ
  • 1 çay kaşığı tuz
  • Üzerine sürmek için 1 yumurta

Mutfak robotunun  içine önce un ve tuzu koyup çalıştırdım.   Küp küp doğradığım tereyağını ekledim. Sonra çırpılmış yumurta, su ve sirkeyi ekleyip, hamur toparlanıp bir top oluncaya kadar karıştırdım.  Streç filme sarıp buz dolabında 1 saat dinlendirdim. 4-5 mm kalınlığında açtım. Bir çay fincanı tabağı kullanarak yuvarlaklar kestim. İç malzemesini koyup, kapattım. Açılmaması için kenarlara yumurta sürdüm.

 Patlıcan, kabak ve kırmızı biberi küp küp doğradım. Fırın tepsisine yayıp üzerine hafifçe zeytin yağı gezdirdim. Fırını ızgara ayarına getirdim.  Sebzeler kızarıp pişene kadar yaklaşık 15-20 dakika,  arada bir alt üst ederek pişirdim. Fırından çıkardıktan sonra taze kekik doğradım. Bolca hellim koydum ve  taze karabiber çektim üstüne. Hamurun yarısına bu içi koydum diğer yarısına da klasik beyaz peynirli ıspanaklı içi koydum. Poğaçaların üstünü minik yapraklarala süsledim. Yumurta sürdüm ve 180°C’lik fırında kızarana kadar pişirdim.  Poğaçalar pişipte yediğimde tercihimi ıspanaklıdan yana kullandım. Muhteşem bir lezzet uyumu vardı.   

Hafta sonu fırınından her zamanki gibi tepsi tepsi beze çıktı. :))

Üzgün hafta sonu

Üzgün haftasonu. Lâl ve Can çok mutsuz.  Dedelerine doğru dürüst bir veda bile edemediler. Unutamayacakları anılar için teşekkür edemediler. 

Bu akşam bizde kalacaklar. Belki biraz dedemizden söz edeceğiz, minik ellerimizi açıp onun için dua edeceğiz. Onları mutlu eden, gülümseten bir kaç anıdan söz etmeyi de unutmayacağız.  

Benim hâlâ masamda duruyor anneannemle dedemin resmi. Ne zaman bir şeylere üzülsem, biraz sevgiye ihtiyaç duysam, hemen giderim yanına resimlerin, bakarım gözlerinin içine iyi gelir bana. Anneannem görünmez eliyle okşar saçlarımı, dedem kocaman bir öpücük kondurur yanağıma. 

Anneanne, dede hayatımızın en masalsı kısmıdır aslında, elimizde uzun süre tutmayı beceremediğimiz.

Akşam oldu buluştuk. “Resimlerdeki bütün çiçekleri dedemize  yollayalım” dedim.  Lal çiçekleri dedesine yollama fikrini çok sevdi. “Çiçeklerin üzerine bir not yazma şansın olsa ne yazardın?.” diye sordum ” Beraber geçirdiğimiz zamanlar için teşekkür ederim” derdim. “Sınavdan 100 aldığımı söylerdim. Seni çok seviyorum derdim” dedi.

 Can,  “seni çok özledim, keşke dünyada olsaydın derdim” dedi.

Bütün çiçkleri yolladık dedemize. Bazen sarılırız hayallere ….

Üzgün hafta sonunda ben de  onları birazcıkta olsa mutlu etmek için Lâl’in çok sevdiği çikolatalı donut yapacağım.

Real Flowers Company

 

ZARİF, ŞIK, ZAYIF

Grace Kelly’nin bu fotoğrafını ilk kez gördüm bayıldımmm.  Ne kadar zarif.. “High Society” den başlayıp bütün filmlerini tekrar seyretmek istedim bir an, olmayan zamanda bir zaman yaratma hayaliyle. 

 

 “Femme fatale stiletto” tanımına daha uygun bir ayakkabı düşünemiyorum:))  İncecik  bilekler lâzım bu kadar zarif bir ayakkabıyı giymek için. Zara’nın hiç bir mağazasında yoktu bu ayakkabılar.

versace

Bazı fotoğraflar inanılmaz etkileyici oluyor.  Bu da onlardan birisi benim için. Elbette elbise çok güzel ama sadece elbise değil, bütünü çok güzel fotoğrafın.

Zerafet böyle bir şey, zayıflık olmazsa olmazı.  Dukan diyeti nasıldı? :)))

doğum günü

 Bir haftada iki doğum günü pastası yaptım.  Karar verdim artık pasta almayacağım dışardan. Bir gece önceden kekleri pişirdim. Sabah erkenden kremayı hazırladım, kırıntı kaplamasını yapıp attım buz dolabına. Kutlamadan bir kaç saat önce kremayla kaplama işini tamamladım.  En son süslemesini yaptım. İçinde ne var, sağlıklı mı, sağlıksız mı? diye düşünmeden keyifle yeniyor.  Üstelik anne elinden bir doğum günü pastası unutulmaz olur.♥

Babamıza içi muzlu, dışı lezzetli bir krema ile kaplanmış  harika bir doğum günü pastası yaptık. Dilimlenmiş halinin resmini çekmeye fırsatım olmadı, çok güzel görünüyordu.

Eren’in pastası klasik ganaş pastaydı. Muz ve çikolata birlikteliğini çok seviyoruz oğlum ve ben. Bu pastada icing yapmaya vakit kalmadığı için süslemeleri krem şanti ile yaptım bu yüzden kontürler fazla belirgin olmadı. Sonuç ne olursa olsun evde yapılmış bir doğum günü pastasının yerini hiç bir şey tutamaz.

BİR TÜRK AİLESİNİN ÖYKÜSÜ

Portrait of a Turkish Family,mensubu olduğu Türk Hava Kuvvetlerin’den bir ingiliz vatandaşıyla yaptığı evlilik yüzünden zorunlu olarak ayrılıp hayatının geri kalanını İngiltere’de geçiren, Pilot İrfan Orga’nın Osmanlının son, Cumhuriyetin ilk yıllarını kapsayan çocukluk ve gençlik yıllarını   anlattığı olağan üstü güzellikte bir öykü.

Varlıklı bir ailenin yoksullukla  sınandığı acı dolu yıllar, gözyaşları ve ayrılıklarla yoğrulmuş gerçek bir yaşam öyküsü. Kitap İngiltere’de 1950 yılında ingilizce olarak basıldığında inanılmaz övgüler almış. The Spectator’da çıkan bir yazıda İrfan Orga için “George Eliott’un erkeği ve Müslüman olanı”, şeklinde bir yorum yapılmış. 

Amerikalı yazar Jean de Sequey, 12 Mart 1950 tarihli The New York Times Book Rewiev’da şöyle bir yorum yapmış:

“Türkiye ile ilgili roman çok azdır. Hele Türklerin kişisel özellikleri ile yaşayış biçimlerini işleyen roman türü, bir Türk tarafından yabancı dilde – hiç değilse ingilizce dilinde- şimdiye kadar kaleme alınmamıştır.”

Talat Halman, yazdığı önsözde kitabın yaptığı iki önemli işten söz etmiş:

Birincisi, Türk yaşamını Türk’ün ağzından İngilizce olarak dünyaya sunan ilk edebi eserlerden biri olması.

İkincisi, yirminci yüzyılın ikinci yarısında başlı başına bir tür olan, önce Asya ile latin Amerika’ nın, sonra Afrika’nın nice yazarlarının İngilizce yazdığı”aile anıları” ve “otobiyografik romanlar” tarzının ilk güçlü örneklerinden biri olmasıdır.

Mücadele dolu yılların içtenlikle satırlara döküldüğü, yaşandığı dönemin zorluklarını bize etkileyici bir dille anlatan mutlaka okunması gereken bir kitap bence.

minestrone

Değişik çorba ne yapsam diye düşünürken Cath Kidston dergisi çıktı postadan. Elimde sıcacık kuşburnu çayı odamın en güneşli köşesine oturup başladım çevirmeye sayfaları. Aralara yemek tarifleri koymuşlar. Minestrone’da bunlardan biriydi, üstelik klasik minestrone tarifi gibi çok malzemeli bir tarif değildi. Şöyle bir okudum iyi fikir dediğim detayları alıp kendi malzemelerimle yaptım minestronenu. Bu arada “minestra” İtalyanca çorba demek.

Havuç, kırmızı biber, patates, kabak ve soğan hepsinden birer tane kullandım. tavla zarı büyüklüğünde küp küp doğradım. Önce 1 yemek kaşığı tereyağında soğanları iyice kavurdum, sonra sebzeleri ekledim bir süre daha devam ettim kavurmaya, sıcak suyu eklemeden hemen önce ince rendelenmiş 1 diş sarımsak ekledim, karıştırdım. Kaynar suyu sebzelerin 4-5 parmak üstüne çıkacak kadar ekledim. Çorba kaynamaya başlayınca  dolu bir avuç küçük kesme makarna ekledim. 4-5 dakikada bir karıştırdım. makarnalar pişmeye yaklaştığında 1 defne yaprağı attım içine. Minestrone bizim alışık olduğumuz kadar sulu bir çorba değil bu yüzden fazla su koymadım, böylece lezzeti daha yoğun oluyor. Genellikle sebze suyu kullanılıyor ama ben 1 tane knorr tavuk suyu koydum. (Hani şu ünlü Alman aşçı Maximilian Thomae’nin reklamını yaptığı jel kıvamındaki tavuk suyu) Altını kapatmadan 1-2 dakika önce incecik kıydığım bir avuç maydanoz ekledim. Defne yaprağını çıkarıp attım. Tuzunu ekledim. Herkes çok beğendi. Kızarmış bir dilim zeytinli bagetle beraber nefis bir çorba oldu.

Küçük mucizeler dükkanı

Küçük Mucizeler Dükkânı, Desperate Housewives’ı hatırlattı bana daha ilk satırlarında. Kanserle mücadelesinde iki kez galip çıkmış ama içinde hep tekrar ederse korkusuyla yaşayan “Artık o eski tasasız kız değilim. yaşadığım her günün değerini biliyorum. Çünkü hayatın ne kadar değerli olduğunu öğrendim….. Hiçbir şeyi, özelliklede hayatı hafife almaz oldum. Artık hiç bir günümü boşa geçirmiyorum. Çektiğim acıların bir karşılığı olduğunu öğrendim….”  diyen  Lydia’nın önceleri korkularını unutmak için başladığı sonradan bir tutkuya dönüşen örgü merakı,  Bir Yumak Mutluluk adını verdiği dükkânında başlattığı örgü kursu sayesinde bir araya gelen birbirinden oldukça farklı dört güçlü kadının umut dolu hikayesi.

Küçük Mucizeler Dükkânı; yeni bir umuda, biraz gülümsemeye ihtiyacınız olduğunda okunacak keyifli, mutlu, umutlu bir kitap.

İYİKİ DOĞDUN OĞLUM

“Hiç kimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktu” diye şarkılar söylerken avucumun içinde büyüdükçe elerin, kapının arkasına koyduğumuz boy ve tarih rakamları arttıkça, cümlelerin komik olmaktan çok düşündürücü olmaya başladıkça, bir yandan seninle gurur duydum, bir yandan da hayatımdaki son çocuk da büyüyor diye üzüldüm.

Aslında sen hâlâ çok küçüksün oğlum.

Senin durduğun merdiven basamağının 3-4 basamak altına inip “bak bir gün sen bu kadar büyüyeceksin ben senin yanında böyle kısacık kalacağım. Sonra sen bana aşağıda havalar nasıl ufaklık diye soracaksın” dediğimde yüzüne yayılan o kocaman gururlu gülümseyişin “ne zaman olur bu?” diye soruşun hâlâ benim küçük oğlum olduğunun kanıtı değil mi?

Bebek kokan saçların kanıtı değil mi? Ne zaman seni bırakıp bir yere gitmekten söz etsem yanaklarından yuvarlanıveren kocaman damlalar kanıtı değil mi? Bu sabah yanıma gelip “anne çok güzel hayaller kurdum. Babamla senin hiç yaşlanmayacağınızı hayal ettim” deyişindeki mutluluk ve hüzün, daha çok küçük olduğunun kanıtı değil mi?

Seni bırakıp hiçbir yere gitmeyeceğim oğlum. Sakın üzülme! Kocaman bir delikanlı olduğunu görmek en büyük hayalim. Hele upuzun kirpiklerinin çevrelediği bal rengi gözlerinden uyku gibi aşk aktığında orada olmak hayallerin en güzeli.

Nazım Hikmet’in oğluna yazdığı şiirde dediği gibi sen de;

“Buğday başağı gibi delikanlı olacaksın”

Kumral ince uzun…”

Tanrı yollarken seni, en değerli hediyeyi koyarak göndermiş yüreğine; vicdan ve merhamet.

Yumuşacık ve vicdanlı bir yüreğin olacak senin.  Ne zaman sokakta yaralı bir hayvan görsen, başına eğilip ona öyle çaresiz ve üzgün bir  ifadeyle bakıyorsunki….   Sevinçle doluyor içim.

“Benim oğlum hiçbir acıya duyarsız kalmayacak, ihtiyacı olan hiç kimseye arkasını dönüp gitmeyecek” diye seviniyorum. İyi bir insan olacaksın sen oğlum. Kocaman bir yüreğin olacak. Ne sevgiler, ne aşklar sığdıracaksın o yüreğe. Kimseye haksızlık yapmayacak, emeğe saygılı olacaksın. İçin dışın bir olacak senin, hesapların, yalanların adamı olmayacaksın sen.  Biliyorum belki biraz hırpalanacak, belki dost sandığın ellerden tokatlar yiyeceksin ama sonunda kendinden razı olmanın, hatalarımla sevaplarımla “ben buyum!” diyebilmenin, hiçbir duyguyla mukayese edilemez hazzını yaşayacaksın. Babanın tabiriyle sabahları aynada kendine gözlerini kaçırmadan bakabileceksin.

Hayatın farkında olacaksın oğlum, hayat öylesine akıp gitmeyecek önünden. Bunu bilmek nasıl mutlu ediyor beni bir bilsen.

Balkon saksısındaki çiçeği koparıp balkondan aşağı attığında “neden kıydın ona Eren yazık değil mi canı acıdı” dediğimde “olur mu anne canını acıtmak istemedim sadece özgür bıraktım” deyişini hiç unutmuyorum.

“Anne kreşteki arkadaşlarıma ben bir balığım diyorum kimse inanmıyor” diye üzüldüğün günü. Rüyanda kaybettiğin krallığın için bir sabah döktüğün gözyaşlarını, kırmızı bisikletine binerken uçuşan sarı saçlarını hiç unutmayacağım oğlum. Kimbilir daha kaç gece yan yana yatıp birbirimize hayallerimizi anlatıp, kitaplar okuyacağız.

Kimbilir kaç gece daha başını göğsüme yaslayıp “sen benim gözümün ağrısısın” diye seveceksin beni. Ne kadar daha seni kucağıma alabileceğim. O küçücük ellerinle daha ne kadar saçlarımı okşayıp bitmek tükenmek bilmeyen öpücüklere boğacaksın yüzümü. Biliyorum senin acelen var, bir an önce büyüme telaşındasın ama ben acele etmeyelim diyorum. Tadını çıkaralım her anın. Birlikte basket atalım kapının arkasındaki potaya, koridorda araba yarıştıralım, hayallerimizi anlatalım birbirimize, kitap okuyalım sen bana ben sana.  Kısaca zamanın elinden ne alırsak kâr sayalım. Biliyorum bir gün gelecek, ikimizde beraber geçirdiğimiz zamanları çok özleyeceğiz.

“Bir gününe neler vermezdim” diye iç geçireceğiz.

Dilerim hayat sana iyi davranır oğlum.

Dilerim yaşam sana her zaman seçenekler sunar, hiç çaresiz kalmazsın hayatta.

Dilerim sevginin dostluluğunun kıymetini bilecek insanlar olur yol arkadaşların.

Dilerim her günü yaşanmaya değer mutlu sağlıklı uzun bir ömrün olur oğlum.

Hani sen beni dünyayı dolaşıp geri dönecek kadar seviyorsun ya, ben seni dünyanın etrafını hiç durmadan, hiç yorulmadan, hiç geri gelmeden dönüp duracak kadar çok seviyorum.

İyi ki doğdun oğlum, iyi ki doğdun.

Elvan

Bir Savaşçının Yaşamı

516 sayfalık bir kitap insanın gözünü korkutur biraz ama Paulo Coelho’nun hayat hikayesi öylesine sarsıcı, öylesine çalkantılı ki insan elinden bırakamıyor kitabı. Paulo Coelho otobiyografisini yazmayı düşünmüş ancak hatalarını haklı çıkarmadan ve başarılarını abartmadan kendi hakkında yazmanın pek mümkün olmayacağına karar verip Fernando Morais’in yazarlığını kabul etmiş, üstelik açığa çıkmasını istemediğ şeylerin bile açığa çıkacağı riskini göze alarak. Zorlu bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiş yazar. Elbette sıradan bir hayatı olmasını beklemiyordum ama “bu kadarı da çok fazla” dedim okurken.

Anne ve babasının zoruyla akıl hastanesine yatırılışı. “Şizoid eğilimli bir hasta” teşhisi, elektro şok tedavisi… Akıl hastanesinden babasına babalar gününü kutlamak için yazdığı mektupta,” Günaydın baba bu gün senin günün, ve sana ne bir şey verebiliyor ne de bir şey söyleyebiliyorum, çünkü sertleşmiş yüreğin sözcükleri duyamıyor. Artık aynı adam değilsin. Yüreğin yaşlandı, umutsuzluk kulaklarını sağır etti “  diye devam eden hüzünlü mektubu, uyuşturucuyla kat ettiği gençlik yılları, hippilik ve sonrasında karanlık güçlerle kurmaya çalıştığı yakın temas  sırasında yaşadığı  korkulu deneyimi, bu arada sürekli okuyarak ve yazarak beslediği ünlü bir yazar olma tutkusu.

Defalarca geri çevrilen yazıları bana “Kazananlar asla vazgeçmeyenlerdir” sözünü hatırlattı.

İki çok satar plakla süslediği müzik kariyeri, tutukluluk günleri, Ezoterizme duyduğu hiç dinmeyen merakı ve dünyada yavaş yavaş  tanınır bir yazar olmaya başlaması.  Bu arada dünya Paulo Coelho’nun önünde diz çökerken, Brezilyalı eleştirmenlerin küçümseyen eleştirileri, meğer Brezilya’da bir başkasının başarısı kişisel bir hakaret, surata patlatılan bir tokat gibi hissedilirmiş bunu ünlü Brezilyalı besteci  Tom Jobim söylemiş. Şaşırdım ne kadar da benziyoruz şu Brezilyalılara :))

Fransızlara özgü bir unvanla onurlandırılırken, Fransa kültür bakanı “Kitaplarınız iyi geliyor, çünkü onlar hayal kurma ve arayış arzumuzu artırıyor ve bu arayışa olan inancımızı güçlendiriyor.” diyerek çok doğru tanımlamış kitapların yarattığı etkiyi.

Frank Sinatra biyografisinden sonra okuduğum en doyurucu biyografiydi Fernando Morais’in yazdığı Paulo Coelho biyografisi.

Cath Kidston sipariş

Cath Kidston meraklısı giderek artıyor. Bir ara Tepe Home’da tabak ve fincandan oluşan çay takımları satıldı. Sanırım artık satmıyorlar. Sipariş konusunda yurt dışı olunca genelde bir soru işareti oluyor ama bir süre sonra insan buna alışıyor oturduğu yerden sipariş vermek çok zahmetsiz olduğundan tercih edilebilir hale geliyor.  Resimdeki ekose çantayı bayramdan önce sipariş etmiştim araya bayram girince çok uzadı. 1 ay bekledim daha sonra mail attım. Bir kaç gün içinde, paketin nerede takıldığını araştırıp gerekeni yapacaklarını belirten  cevap geldi. 1 hafta sonra paket elime ulaştı.

Önemli olan sipariş sonrasında verdikleri numarayı (order number) kaybetmemek. Aslında sipariş etmeden önce siteye girip register kısmından kayıt yaparsanız zaten hesabınıza girip ne zaman ne sipariş ettiğinizi, siparişinizin o anki durumunu ve sipariş numaranızı oradan görebilirsiniz. Kayıt olduğunuz zaman özel indirimleri haber veriyorlar.

Çiçekli çanta çok şirin ama çok küçük mini tote dedikleri kategoriye giriyor. Çantasında bir dünya taşıyanlar için kullanışlı değil.  Neyse ki benimki ziyan olmadı, 14 yaşındaki genç kızım için çok hoş bir çanta oldu 🙂

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.