Benim Hayal Defterim

İçimizdeki şeytan

İki günde bitirdim Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanını.  İçinde:  İstanbul, aşk, hayal kırıklıkları, hüzün olan çok güzel bir roman İçimizdeki Şeytan.  Her zaman ki gibi altını çizdiğim satırlar oldu.  

Kitabın baş karakterlerinden biri olan Ömer,  hapiste geçirdiği zaman boyunca, kısa hayatının bir muhakemesini yapar ve  içimizdeki şeytanı öyle güzel tanımlar ki…..

“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim,  fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun ,salaklığımızın uydurması…. İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu…. İçimizde şeytan yok…. İçimizde aciz var…. Tembellik var….İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden dah korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiç bir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya luzüm görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.”

Filiz sakın sen de üzülme

  ” Filiz Hiç Üzülmesin” Sabahattin Ali’nin objektifinden kızı Filiz’in gözünden bir yaşam öyküsü. Filiz Ali babası Sabahattin Ali’nin hayat öyküsünü anlatmış bu kitapta: mücadele dolu yıllarını, Marko Paşa serüvenini, okuma sevdasını, eserlerini ve Istıranca Dağlar’ında sona eren hayatını. Sabahattin Ali’nin hayatında kızı Filiz’in başka bir yeri vardır.Paşakapısı Cezaevi’den yazdığı mektupta  “üzülecek bir şey yok. Her şey düzelir, hele Filiz hiç üzülmesin..” diye seslenir küçük kızı Filiz’e.

” Namuslu olmak ne kadar zor şeymiş meğer!”  diye başladığı bir yazısı var ki Sabahattin Ali’nin, neredeyse yarım asır sonra hala bir şeylerin hiç değişmediğini görüp öfkeleniyor insan.                                  ♥    ♥    ♥

Biyografi okumak çok heyecan verici gelir bana.  Başarmış yada bir şekilde tarihin sayfalarına geçmiş insanların hayat hikayeleri nedense hep ilginçtir ve asla sıradan değildir.  Böyle kişilerin neredeyse tamamının travmatik bir çocuklukları yada gençlikleri vardır.  Sadece acıdan geçmeyen şarkı değil, acıdan geçmeyen hayatta tam olmuyor galiba.  Kitapçılarda en sevdiğim raflar biyografi kitaplarının olduğu raflardır.  Neden bu kadar çok severim biyografi okumayı, meraktan mı, öğrenmek için mi? bilmiyorum.  Biyografi kitaplarının çok öğretici olduğunu düşünürüm her zaman. İnsan sadece kendi yaşadıklarından değil başkalarının hayatlarından da ders çıkarabiliyor.

Bu kitabı okurken bir yandan kitabın hikayesine daldım bir yandan da aynı tarihte ve aynı mekanlarda yaşamış anne ve babamın da kitapta anlatılan hayatlar sürüp giderken oralarda bir yerlerde olduklarını düşündüm.  Filiz Ali’nin anlattığı Ankara annemin çocukluk ve genç kızlık Ankara’sı İstanbul’da babamın İstanbul’uydu.

Sabahattin Ali edebiyat tarihimizin önemli isimlerinden birisi.  Romanları gerçekçi ve etkileyici.

 Filiz tam senin için üzüldüğüm bir zamanda aldım elime bu kitabı, sonradan fark ettim kitabın adı ve yaşadığım anın tuhaf çakışmasını, “Filiz hiç üzülmesin”,  sen de üzülme Filiz.

mısırlı çedarlı kek

Yıllar önce yaşadığımız yerde, ikinci el kitaplar satan bir kitapçı vardı.  Kapıdan girer girmez eski kitap kokusu dolardı burnuma önceleri pek hoşlanmadığım bu kokukunun zamanla  müptelası oldum:)) Ne zaman eski bir kitap alsam sayfalarının arasına gömerim burnumu. Üzerinde sos lekeleri, notlar olan, sayfaları sararmış, kıvrılmış, kimisi 194o’larda basılmış, kimisi daha yeni öyle çok yemek kitabım varki..  Benim bilmediğim bir geçmişleri olan kitaplar onlar, en çok hangi sayfa açılmış ve dolayısıyla en çok hangi tarif yapılmış anlarım kolayca.

Mısırlı çedarlı kekte o kitaplardan birinden bulduğum, zaman içinde değiştirdiğim bir tarif.  İtalyan bir kadının belki de göçmen olarak geldiği Amerika’daki evinin mutfağında pişirdiği, heirloom recipes dedikleri nesilden nesile geçmiş bir tarif.

Malzemeler:

  • 1  kap rendelenmiş çedar yada taze kaşar
  • 1 kap  tane mısır
  • 1 + 1/4 kap mısır unu
  • 1 kap un
  • 1+3/4 kap süt
  • 2 yumurta
  • 3 yemek kaşığı süzme yoğurt
  • 50 gr tereyağ
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 tatlı kaşığı tuz

Fırının ısısını 180°C’ye ayarladım. Bir kapta kuru malzemenin tamamını iyice karıştırdım. Başka bir kapta oda sıcaklığına gelmiş tereyağ, yoğurt ve yumurtaları çırptım.  Sütü ve kuru malzemeyi iki seferde ekledim. Homojen bir karışım elde edene kadar fazla olmamak kaydıyla karıştırdım. Mikserle işim bitti. Mısırı ve çedarı ekledim slikon kaşıkla karıştırdım. 25×35 cm’lik kalıbımın dibini yağlı kağıtla kapladım, kenarlarını yağladım, kek hamurumu döküp spatula ile üzerini düzelttim. 35-40 dakika pişirdim.

Çok çok çok lezzetli.

Kare şeklinde kesilmiş bir dilim mısırlı çedarlı kekin üzerine rende çedar koyup, fırının ızgara kısmında çedar eriyene kadar bekletip, harika bir tabak süslemsiyle (biberiye çeri domates)   başlangıç yemeği olarak ikram etsem nasıl olur? 

Parizyen şıklık

Fransızların 52 yaşındaki eski modeli ve still ikonu İnes de la Fressange’ın Parisian Chic kitabını ısmarlamıştım Amazon’dan, geçen hafta  geldi. Keyifle okudum.

  Kendi çizimleri  ve kızı Nine’ın moda fotoğrafları eşliğinde anlatmış, İnes de la Fressange, eforsuz şıklık, zamansız  güzellik ve stil sırlarını. Parizyen şıklık için yedi temel parça ve şık aksesuarların birbiriyle uyumlu karışımının formülünü vermiş kitapta.

Kitabın giriş kısmında Parizyen DNA’sını tanımlamış, “Parizyen stile sahip olmak için Paris’te doğmanız gerekmiyor. Parizyen stil bir ruh hali, bir tutumdur. Parizyen için moda tutku değil eğlencedir.”

Parizyen şıklıklığın sırrı nedir? sorusuna verdiği uzun cevap aslında sadece Parizyen şıklığın değil genel anlamda şıklığın tanımlaması.

 Bir parizyen aşırı lüksten hoşlanmaz, asla zengin görünmez, pırıltı ve marka logosu taşımaz.  Zamanını ve  parasını gösteriş için kullanacağı marka peşinde geçirmez.  Şıklık ve kaliteye önem verir.  Lüks tanımı: zevkli olandır, pahalı olan değil. Bir parizyen için giysileri kombine etmek bir suçtur. Karıştırır.  Bir Parizyen stilleri ve parçaları nasıl karıştıracağını iyi bilir. Şık ve ucuzun akıllı karışımı Bingooo!

  Parizyen özgür ruhludur, gidip aynı mağazadan etek ve bluz takım almaz.  Parizyen yeni markaları keşfetmeyi sever, özellikle yaratıcı ve karşılayabileceği tutarda olanları.  Bir Parizyen asla eteğinin kısalığından, elbisesinin darlığından yada yüksek topuklarından şikayet etmez. Muhteşem stilin sırrının  giydiği şeylerin içinde kendini rahat hissetmek olduğunu bilir.        

Bir parizyen gibi giyinmek için  10 kural.

1.Kotu spor ayakkabı yerine taşlı sandaletlerle giyin.

2. Kalem pantalonu yüksek topuklular yerine babetle giyin.

3. Payetli, pırıltı bir süveteri, etek yerine maskülen bir  pantalonla  giyin.

4. Pırlanta kolyeyi,  gece siyah bir gece elbisesi ile takmak yerine, gündüz bir denim gömlekle takın.

5. loaferları uzun salaş pantalonlarla çorapsız giymek yerine, kısalarla ve hatta çorapla giyin.

6.Bir gece elbisesini taşlı topuklu bir abiye ayakkabı ile giymektense, ultra sade önü açık bir sandaletle giyin.

7. İnci kolyenizi kısa bir elbiseyle takmak yerine bir rock’n’ roll tişörtle takın.

8. Desenli şifon elbisenizi  yeni babetlerle değil eskimiş botlarla giyin.

9. Şık bir ceketi fem fetal stilettolar yerine spor ayakkabıyla giyin.

10.Bir gece elbisesini, altın renkli bir gece çantası yerine, omuzunuza takabileceğiniz bir çantayla kullanın.

                                                            ♥ ♥ ♥ ♥

Kitapla ilgili yapılan söyleşilerde çok yaygın bir kaç moda suçundan  söz etmiş Fressange.

Modaya karşı işlenen  en kötü suç: plastik  şeffaf sütyen askısı kullanmak demiş ki, buna katılmamak elde değil. Sözde plastik  askı görünmüyor ama çirkin görüntü dikkat çekiyor. Genç kızlar pek meraklı bu askılara, üstelik görünen sütyen askılarından da kimse rahatsız olmuyor artık. 

Dudak kalemini de moda suçlarından biri olarak göstermiş, neyse ki benim gördüğüm kadarıyla kullanan yok etrafta. Aşırı aksesuar kullanma konusundaki benzetmesi güldürdü beni “fazla mücevher, eğer Hintli değilseniz, jaipur’da yaşamıyorsanız ve bir fil üzerinde evlenmiyorsanız asla iyi görünmez”

Bu mücevher konusunda küçük yaşlardan kullağımda kalmış bir anneanne öğüdüm var.  Anneannem ” bizim zamanımızda gün batmadan taş takılmaz, aynı anda üçten fazla mücevher takılmazdı”  diye dertlenirdi. Anneannemi düşününce bir sokak çocuğu gibi özensiz hissediyorum kendimi. Üzerinde eşofman, parmağında en irisinden pırlantayla gezen kadınları görünce  zamanımızı tanımlamak için bir kitap adını kullanıyorum.  Görgüsüzlük Çağı

                                                             ♥ ♥ ♥

 Fransız kadınını nasıl tarif edersiniz sorusuna,”Fransız kadını trentleri takip etmez, kendine yakışanı bilir, buda trentten çok stille ilgilidir. Gösteriş için değil kendisi için giyinir. Kendini iyi hissettiğinde zaten iyi de görünür.” demiş Fressange.

Neden Fransız kadınları zerafetle yaşlanıyorlar? sorusuna ise “çünkü Fransız kadını yaşını saklamaz gençlik takıntısı yoktur. Hiç bir şey bir kadını genç görünme takıntısından daha fazla yaşlı göstermez.”

Kitabı  Defne için  ısmarlamıştım, ikimiz için  okudum.

 

 

limonlu puding

Her şeyin limonlusunu seven ben, pudingin de limonlusunu  çok seviyorum.

Son iki aydır bir cumartesi limonlu pasta yapabilecek kadar zamanım olması için uğraşıyorum ama olmuyor.

Malzemer:

1/4 kap mısır nişastası

2 1/2 Kap süt

3/4 kap şeker

3 yumurta sarısı

1 çorba kaşığı limon kabuğu rendesi

4/3 çay bardağı limon suyu

1 yemek kaşığı tereyağı

1 şişe Dr Oetker limon aroması

Yumurta sarıları, toz şeker ve nişastayı 1/2 kap sütle iyice karıştırdım.  Sütün geri kalanını ekleyip ocakta aralıksız karıştırarak pişirdim.  Kaynamaya başladığında altını kıstım ve limon kabuğu rendesini ekledim. 3-4 dakika sonra ocağın altını kapattım, limon aroması ve limon suyunu ekledim iyice karıştırdım. En son tereyağını ekleyip, kabuk tutmasın diye  belirli aralıklarla karıştırmaya  devam ettim.  Soğuduktan sonra kaplara koydum.

Buzdolabından yeni çıkmış buz gibi limonlu pudingin üzerinde bir top dondurma ……

 

Hafta sonu kitapları

Çilek Kızlar, Joyse Maynard’ın Türkçeye çevrilen ilk kitabı. Kitap New Hampshire’da küçük bir hastanede, birbirinden oldukça farklı iki ailenin aynı anda dünyaya gelen kızlarının hikayesi.

Çiftçi ailenin sanatçı kızı, sanatçı ailenin tarıma meraklı kızı…. Bu iki kızın birbirlerinden ayrı geçen yılları, farklı yaşamları ve beklenmedik  bir son.

Bu arada değişik türde çilekler yetiştiren Dana’dan çilek yetiştiriciliği hakkında epeyce şey öğrenebilir meraklıları :))

Joyce Maynard bu güzel romanı yazarken bol bol  lime popsickle  (dondurulmuş meyve  püresi) yemiş. Şimdi bu da nereden çıktı?

Wendy MacNaughton’un New York Times’da yayınlanan  illüstrasyonundan çıktı:))

Wendy MacNaughton, acaba ünlü yazarlar güçlü satırları yazarken yada müthiş fikirler akıllarına geldiğinde neyle ödüllendiriyorlardı kendilerini? diye araştırmış ve sonunda bu keyifli illüstrasyonu yaratmış.

 

Marcel Proust’un expresso merakı hiç şaşırtmadı beni Kayıp Zamanın İzinde gitmekten yorgun düşmenin nedeni bu olmalı insan sürekli cin gibi olursa böyle olur :)))

Oysa Tiffany’de  Kahvaltı gibi keyifli bir hikaye yazan yazar  tabiiki yazarken martini içer sheri içer:)) 

Hafta sonu kitaplarımın ikincisi Danielle Steel’in yeni kitabı Miras’tı.

Miras, atalarının izini sürmek için Fransa’ya giden Brigitte’in, onsekizinci yüzyılda geçen aşk hikayesini- siyah saçlı güzel kızılderili Sioux kızın,  Fransa’ya kadar süren macera dolu yolculuğunu ve bir Fransız soylusuyla yaşadığı aşkı- gün ışığına çıkardığı Fransa yolculuğunun  ve bu sırada yaşadığı aşkın anlatıldığı, diğer Danielle Steel romanları gibi romantik bir hikaye.

Tarihle içiçe biri yaşadığımız yüzyılda, diğeri onsekizinci yüzyılda geçen aynı soydan gelen iki kadının hikayesi.

 

Hafta sonu

Tatil dönüşü, evde sakin geçirilen bir hafta sonu gibisi yok.  Bol bol kitap okudum ve birazda  Eren’i mutlu edecek tatlılar yaptım. Sadece Eren’imi?    Eren’e “sana ne yapayım?” diye ne zaman sorsam yüksek sesle “bezeeeee” diye bağırır. Bir gün önceden kalan yumurta aklarıyla yaptım bezeyi ziyan olamsınlar diye.

Oldu olmasına da, en güzelinden bir beze yapmak için yumurtaların oda sıcaklığında ve taze olaması şart.

Hafta sonu bizim geleneksel pirincimiz basmati ile sevdiğim patatesli pilavı yaptım. Görüntüsü çok güzeldi.  Basmati öyle bir pirinç ki değişik lezzetlerden hoşlanmayan misafirlere yapılmamalı, çünkü değişik bir kokusu var.  ( sanskritçe de kokulu demek)  Bence dünyanın en lezzetli pirinci ama belki de bu benim  basmati ile yapılan çeşit çeşit pilavlarla büyümüş olmamdan kaynaklanan bir alışkanlıktır.  Baklalısı, üzümlüsü, safranlısı, kazmaklısı, patateslisi….

Neyse ki artık Türkiye’de de satılıyor. Çocukluğumda bu basmati, Amerika’dan gelen hediyeler içinde, değer bakımından ilk sıradaydı:))) 

Geçen yıl teyzemi anmak için düzenlediğimiz kalabalık toplantıda, kuzenimin yaptığı pilav hala aklımda. Cüneyt ağbimden öğrenmeliyim nasıl yaptığını, o şahane pilavı; dışı benimki gibi çıtır çıtır incecik patates, içinde;  havuç, sarı üzüm, safran ve nefis baharatlar…

Bu arada  glisemik indeksi diğer pirinçlere göre daha düşük olduğu için diyabetlilere önerilen pirinçtir basmati.

Balkon residences

     Sadece güzelliğiyle değil, başarılı iş hayatıyla da ailede hepimizin taktir ettiği güzel kuzenim, Balkon Residence projesiyle: dekorasyon, otelcilik ve restorasyon konusunda da yeteneğini konuşturmuş.  Balkon Residence  Galata’da çıkmaz bir sokakta 1800’li yılların sonlarında inşa edilmiş tarihi bir binanın, 2010 yılında yenilenip yeniden  dekore edildikten sonra Nisan 2011’de hizmete açılmasıyla hayata geçmiş. 

  İstanbul’u en eski yerleşim bölgelerinden birinde, tarihle içi içe yaşamak için en konforlu adres olmuş Balkon Residence.

http://www.balkonresidences.com/shell2.swf

Dış cephe rengini ve  kapıyı çok beğendim.

Kapı binanın orjinal Kapısı, o da binanın tamamı gibi orjinaline sadık kalınarak yenilenmiş.

Sayfanın sonunda  binanın ilk halini görünce çok şaşıracaksınız.

Bina 5 katlı ve her katta  bir daire var.  Her katın farklı bir adı,  farklı renklerin kullandığı bir dekorasyonu var.

1.Kat: OPAL

Daha çok siyah  beyaz ağırlıklı dekorasyonu.

Duvarlarda eski İstanbul fotoğrafları  ve gravürleri var.

2. Kat:Lâl

Çalışma masası, perdeler, abajurlar hepsi çok şık.  Süpürgeliklere dikkat! orjinali bu yükseklikteymiş.

 Bu oda sediriyle, sini sehpasıyla tam bir Osmanlı olmuş.

Marmara mermerleri çok güzel.

3.Kat: Akik

Duvarda değişik  form ve çerçevelerde  kullanılmış aynalar şık bir ayrıntı oluşturmuş.

Mutfak dolapları mat lake

4. Kat: Topaz

Bu odanın duvar rengini ve dresuarı çok beğendim.

Radyatörler  için bile ciddi bir emek harcanmış.  Ayaklı ve kabartma desenli  dökme radyatörleri özel olarak yaptırmış kuzenim. 

Yatak odalarındaki heykel abajurlara bayıldım. 

5. Kat: Topaz

Turkuvaz çalışma masası özel üretim.

Masanın ayakları özel olarak yaptırılmış. resimde tamamı görünmüyor ama çok şık bir masa.

Bu odanın manzarası harika. Mavi ve kremin huzur veren uyumu nasıl da çekiyor insanı.  Eskiden mavi tonları daha çok çocuk odalarında kullanılırdı galiba son yıllarda mavi yeniden keşfedildi özellikle Tiffany mavisi çok moda.

Banyoda duş alırken kız kulesini, topkapı sarayını seyretmek biraz çılgın bir şey olmazmı:))  Bu banyo bile inanılmaz yaratıcı bir fikir.

Yukardaki resimlerden sonra binanın ilk halini görünce, insan fazla zorlamıyor hayal gücünü tahmin etmek için harcanan zamanı, emeği….

Şimdilerde ikinci Balkon Residence projesi için çalışıyor güzel kuzenim.

Haliç’teki ofisini görmek için sabırsızlanıyorum.

Bozcaada

Limana ayak basar basmaz hemen sağda mavi beyaz çizgili minderleri, mavi sandalyeleriyle,   Kaan bey  ve  Gülcan hanımın işlettiği ismi olmayan kafede, Gülcan hanımın lezzetleri, Kaan beyin hoş sohpetiyle tadı damağımızda,  anısı hatıralarımızda kalan , harika bir kahvaltıyla başladık  Bozcaada keyfimize.    Onlar çoktan bir Bozcaada klasiği olmuşlar bile.

Bozcaada esintili güzel havası, tarihi evleri, salkım salkım çiçekleriyle  öyle cana yakın, öyle sevimli ki daha ilk dakikalarda tavlayıveriyor insanı:))  

Bozcaada mezeleri, Çiçek pastanesi, cincik boncukçular, renkli kapılar, akşam sefaları, limanın sağındaki mavi beyaz kafe, çini narlar, Ayazma plajı, Sakızlı Türk kahvesi, sakızlı bademli un kurabiyesi, domates reçeli, Bozcaada üzümü, Talay şarapları …

Fotoğraflar anlatacak Bozcada’nın güzelliğini…


 

 

 

Kap kek

İlk yazdığım tariflerden biriydi muzlu kek. Kolayca yaptığımız, Eren’in çok sevdiği muzlu keki :))

Bu kez kap kek yapmak için kullandık aynı tarifi. Üzerine nefis bir labneli, muz aromalı krema yaptık. Kremanın tarifini yazmalıyım biliyorum ama ölçü kullanmadan yaptım. Bir daha yaptığımda mutlaka ölçülü olacak çünkü bu krema çok lezzetli ve hafif. Genelde kap kek süslemede kullanılan  butter cream tereyağ ile yapıldığı için bana çok ağır geliyor.


Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.