Benim Hayal Defterim

Yulaflı kek

Defne’ye  kek nasıl ? diye sorduğumda “cennet gibi” dedi. :)) Doğrusu ben de bu tanımlamaya katılıyorum, üstelik bir haftadır zayıflamak uğruna, kendini dünyanın bütün güzel tatlarından mahrum etmiş bir tatlı bağımlısı olarak, kek bana da yerken cennetteymişim gibi hissettirdi. Çok yoğun bir lezzet….

Malzemeler:                                                                  

  • 200 gr damla çikolata
  • 1 yemek kaşığı viski yada brandy
  • 1 kap yulaf
  • 100 gr tereyağ
  • 2 yumurta
  • 1 3/4 kap toz şeker
  • 2 yemek kaşığı pekmez
  • 1/4 çay kaşığı tuz
  • 1 tatlı kaşığı kabartma toz
  • 1 tatlı kaşığı karbonat
  • 1 tatlı kaşığı tarçın
  • 1 1/2 kap + 2 yemek kaşığı un                                                                                                                                                                                                        

Nasıl yaptım? Önce tereyağ ve yulafı, 1 1/4 kap kaynar su ile ıslattım, karıştırdım. Ağzını kapatıp bir kenarda 20 dakika beklettim. Viski ve çikolata damlalarını iyice karıştırdım.  Pırıl pırıl oldular.

Karıştırma kabında 2 yumurta ve şekeri iyice çırptım. Pekmez ve un hariç diğer tüm malzemeyi ekledim. Homojen bir karışım sağladıktan sonra unu ekledim, karıştırmaya devam ettim. Kekim pişmeye hazır oldu. 25-30 cm gibi diktörtgen bir kabın içini yağladım. Dibini yağlı kağıtla kapladım. önceden ısıttığım  180°C’lik fırında 40-45 dakika pirirdim. Soğuduktan sonra aşağıda tarif ettiğim krem peynirli kremayı üzerine sürdüm.

Labne peynirli krema için: 200 gr labne, oda sıcaklığında 50 gr tereyağ, 2 tepeleme yemek kaşığı pudra şekeri ve 1 tatlı kaşığı sıvı vanilya kullandım. Hepsini derin bir kapta krema kıvamına gelene kadar çırptım. Kullanacağım zamana kadar buzdolabında beklettim

Elvan 

 

tatlı haftasonu

 

Ne iştah açıcı bir görüntü! Alt tarafı marketlerde satılan dilim kek, üst tarafı vanilyalı ve çikolatalı dondurma. Frambuazlar ve nane bahçemden… İşin içine biraz styling girince basit bir dondurma şık bir tatlı oluveriyor.

Milföy de yaptım bu hafta sonu.  Mutfak yeterince soğuk değildi bu yüzden biraz zor oldu.   3-4 saat sürdü. “Kışın yapmalı milföy hamurunu hem de 2-3 ölçü deepfreeze atmalı” dedim.

Bob Byerley

Amerika’da bir vitrinde gördüm, eski Amerika başkanlarını resmettiği tabloyu. Büyülendim. Resmin ışığı, tekniği her şeyi büyüledi beni. Günlerce ne zaman geçsem oradan,  önünde durup uzun uzun baktım tabloya, alamadım kendimi. (Stendhal sendromu dedikleri bu olsa gerek:))) Satın almayı  bile düşündüm. Bizim çağın Norman Rockwell’i Bob Byerley.  Amerikan çocukluğunun ressamı diyorlar ona ülkesinde. Thomas Kinkade’in resimlerinde olduğu gibi, insanı çeken, dakikalarca önünde durup baktırtacak güzellikte tablolar..


kitaplar

Ne zaman yorgun ve bıkkın hissetsem kapatıyorum bütün pencerelerimi, çekiliyorum kendi yalnızlığıma başlıyorum elime ne geçerse okumaya. Önce 1-2 kitabı bırakıyorum yarım sonra şiddeti artıkça okumanın yarım bırakmak yarım hissettirmeye başlıyor. Ne olursa olsun sonuna gelmeliyim diyerek tekrar başlıyorum bıraktıklarıma. Böyle zamanlarda mabetim oluyor bir kitapçı. Hayat bu diyorum. Yeni bir şeyler öğrenmenin güzelliği bir yana, gündelik hayatın sıkıntılarından kurtulup kitabın satırları arasında kaybolmak, yenilenmek, çoğalmak ….. Dün ve ondan önceki gün Andre Gide’nin Dar Kapı’sını okudum. Bir aşkın etrafında yaşanan hayatlar, bu aşk uğruna yapılan fedakarlıklar, aşkın trajediye dönüşü kısaca erdemli bir yolculuk. Öylesine bir aşk değil kitapta anlatılan. Andre Gide nobel ödüllü bir edebiyatçı, insan bunu bilerek okuduğunda daha çok düşünüyor okurken, anlamaya, kurgulamaya çalışıyor. “Dar kapıdan girmeye çabalayınız. Çünkü kişiyi yıkıma götüren kapı büyük ve yol geniştir. Bu kapıdan girenler çoktur. Yaşama götüren kapı ise dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar çok azdır.” Kitabın önsözü bile tek başına insanı kendine getirip, biraz sonra okumaya başlayacağı kitabın önemli dersler içereceğini söylüyor.

Stanford Üniversitesinde karşılaştırmalı edebiyat doktorası yapan Elif Batuman’ın ecinniler’inide severek okudum. Amazon ve New York Times ‘ın çok satarlar listesine girmiş kitap. Rus klasikleri ve onları okuyanlarla maceralar diye kısaca tanımlanmış kitap ama bundan daha fazlası var, ilginç düşünceler var. Tolstoy öldürüldümü? Bir bölümde Tolstoy Anna Karenina’yı yazarken Alice Harikalar Diyarında kitabından etkilendimi tartışması yapılıyor. Alice’i Anna temsil ediyorsa, Levin’de beyaz tavşanı temsil ediyorsa  Vronski kim? gibi kitabı eğlenceli kılan tartışmalar var.

Sadece tolstoy değil İzak Babel, Dostoyevski, Puşkin, Çehov, Gogol  gibi önemli yazarların kitapları, yaşadıkları yerler,  yaşamlarından kesitler ve daha pek çok şey üzerine eğlenceli bir kitap.   The New York Times, The San Francisco Cronicle gibi Amerika’nın önemli yayın organlarında kitap hakkında övgü dolu makaleler yazılmış.

Acıbadem Kurabiyesi

Uzunca bir süre siparişini verdiğim badem ununu bekledim. Baktım gelen giden yok kurıyemişçiden çiğ badem alıp evde çektim. Yani kendi badem unumu kendim yaptım.

Malzemeler:

  • 2 1/2 kap badem unu
  • 1 kap toz şeker
  • 2 yumurta akı
  • 1/2 çay kaşığı acıbadem aroması (Dr. Oetker)

Fırının ısısını 150°C’ye ayarladım. Yumurta aklarını mikserle çırpmaya  başladım. Köpürünce kaşık kaşık toz şekeri ilave ettim. 10-15 dakika,  aklar iyice sertleşene kadar çırptım. Aroma ve badem ununu katıp silikon spatula ile iyice karıştırdım. Krema sıkma torbasına koyup alt resimde görüldüğü gibi sıktım tepsiye. Üzerlerine birer badem koydum. 150°C’de 20 dakika pişirdim.

Bu tarif, pastanede  satılan acıbadem kurabiyesiyle aynı lezzette, bir farkı var o da, içinin de dışı gibi kıtır kıtır olması.

Kahve yanında nefis olur.

Sevgili arkadaşım umarım istediğin gibidir tarif.

Teşekkür ederim babacım

Bana öğrettiğin onca şey için teşekkür ederim babacığım. Sen harika bir babaydın. Dürüstlüğü öğrendim senden. Ne pahasına olursa olsun her zaman doğruyu söylemeyi, onurlu olmayı, okumayı ve daha pek çok şeyi sen öğrettin bize.

Mesela yüzmeyi nasıl öğrettiğini dün gibi hatırlıyorum. Kucağına alıp denize fırlatmana bayılırdım. Hele sen neredeyse gözden kaybolacak kadar yüzdüğünde uzaklara “üff nasılda yüzüyor babam” diye gururla izlerdim seni kıyıdan, ama bir yandan da içim pır pır ederdi, bir şey olursa kimse yardımına yetişemez diye endişe ederdim.  Denizde ne güzel taş sektirirdin sen babacım.   Ne zaman deniz görsen, içini tarifsiz bir mutluluk sarardı bunu hep hissederdim. Sevdalın İstanbul yüzünden di bu düşkünlük bilirdik. Doğduğun, büyüdüğün güzel İstanbul’una isteyipte dönememenin burukluğunu yaşardın hep. Ne zaman gitsek İstanbul’a mutluğunun resmi tam olurdu senin.

Hayat sana okul olmuştu babacım. Eline geçirdiğin her şeyi okurdun. Üniversiteyi bitirmemiz yetmemişti sana, daha çok okumamız için ne çok uğraştın, tanıdıklar soktun araya.   Ben senin sayende hala okuyorum. Sıkıldığım bir yaz tatilinde okumam için verdiğin bir kitapla başladı okuma sevdam.

Sert ve disiplinli bir babaydın sen. Sofrada konuşulmazdı. Pijamayla evde gezilmezdi. Yüksek sesle konuşmak hele kahkalarla gülmek hiç yakışık almazdı. Telefon uzun muhabetler için kullanılmazdı. Arkadaş evinde kalınmazdı. Kuralların vardı ve o kurallar asla tartışılmazdı.

Şaşırıdım bir Türk filmi seyrederken yada sevdiğin bir şarkı dinlerken ağladığında. Yani dışın sert ama için hep yumuşacıktı.

Her zaman kontrollüydün. Bizimde öyle olmamızı isterdin biraz çizginin dışına çıksak hemen uyarırdın. Küfür ettiğini, birisi hakkında kötü konuştuğunu hiç duymadım. Hele kavga ettiğine dair bir tek anım olmadı. Eve geç geldiğin hiç olmadı.  Ne şanslıydık ki bizim olmadığımız hiç bir yerde mutlu olmadın sen babacım.

Ben anneliği annemden öğrendim. Doğrularını doğrum yaptım, hatalarından dersler çıkardım. Peki sen babalığı nereden öğrendin?  2 yaşında kaybettiğin babanın yokluğunda babalığı nasıl öğrendin babacım?

“Ben baba nedir bilmeden büyüdüm” derdin. Hissettiğin eksikliği şimdi daha iyi anlıyorum babacım.  Bu gün  en büyük güvencem sensen eğer, orada olduğunu bilmek benim için dünyalara değiyorsa eğer……

Babalar günün kutlu olsun babacım.

 

 

Çilek baharı

Çilek baharı bitene kadar çilekle yapılan her şeyi en az bir kere yapabilmenin telaşına düşüyorum. Bu bahar da hemen hemen hepsini birer  kere yaptım.

Çilekli tart harikaydı.Tereyağlı pay hamuru shortbread tadında, kreması  sıvı vanilya katkısıyla çok daha lezzetliydi.

Çilekli sıcak kek en basit çilekli tariflerden birisi.

Bol çilek ve üzerinde çileğin suyunu çekmiş lezzetli bir kek..

Sıcakken ikram ettiğim çilekli kek, yanında bir top vanilyalı dondurmayla yemek sonrası için nefis bir tatlı.

Ne yazık trayfıl resmini çekmeyi unuttum. Çilekli trayfıl, çilekli tarifler içinde birinci.

Çilekli rulo pastayı bu kez farklı bir tarifle yaptım. Keki şahane oldu. Hafta sonu muzlusunu deneyeceğim.

Şeker hamurunu ilk kez kullandım. Mis gibi vanilya kokuyordu. İçi çilekli, keki pembe eğlenceli bir pasta olmuştu.

Bahçemde güller açtı

Hiç bitmesin bu bahar derken yaz geldi bile.

new orleans


New Orleans… 15 yıl önce balayı yaptığım otelde bu kez çocuklarımla bal gibi bir beş gün geçirdim. Ne kadar çabuk geçmiş yıllar. O kadar dün gibiydi ki anılar şaşırdım. Mississipi nehrinde gezerken 15 yıl önce nehir kenarında oturup hayatımda ilk kez bu kadar uzun ayrıldığım aileme mektup yazdığım bankı gördüm. Bu kez  uzaktan baktım  özlem dolu kıza  yanımda sevdiklerim…
Her yerde müzik… hava alanının adı Louis Armstrong daha sı varmı? Sokaklarda step dansı yapan zenci çocuklar. Bourbon street. Sabaha kadar uyumayan insanlar ve hiç susmayan müzik. Tatil şehri New Orleans. Sıcak havası, sabaha kadar süren eğlence, mor yeşil Mardi Gras kolyeleri,gecenin kokusunu silmek için erkenden yıkadıkları sokaklardaki limonlu ağır koku ve rutubetli sessiz sabahlar… Katrina kasırgasının izleri kalmamış gibi sadece nehir kenarında bir iki yıkıntı gördüm. Özellikle New Orleans’ın kalbi French Quarter 300 yıla yakın tarihini hâlâ dantel balkonlarında yaşatıyor.

New Orleans seyahati Cafe Du Monde ‘a uğrayıp cafe au lait içip benye(beignet) yemezseniz asla tam olmaz. French Market’de 1862 de kurulmuş  Cafe Du Monde. New Orleans’ın ın en eski kahve dükkanı. Cafe au lait ve benyesi (beignet) çok meşhur.

Benye…. her gün bıkmadan bir tabak yerim. Bir kolaylık yapmışlar benye sevenlere, büyük alış veriş merkezlerinin içine de küçük birer Cafe Du Monde açmışlar. Ehh durum böyle olunca her fırsatta benye yemek kaçınılmaz oluyor. Ben de aynen böyle yaptım.  Tadı damağımda bu kadar tazeyken bu hafta sonu bizim mutfaktan benye çıkar:)) New Orleans tatili benim için gastronomik bir tatil oldu.

Bol ödüllü meşhur İtalyan şef Duke LoCicero’nun restoranı Cafe Giovanni’de iki soprano ve bir tenor’un seslendirdiği Napoliten şarkılar eşliğinde güzel bir akşam yemeği, tadı hatıralarıma kazınan kızarmış yeşil domatesler, gümüş bir şamdanda tüten mumları üfleyerek kutladığımız 15. evlilik yıldönümümüz, şefin hazırladığı ve tabağının kenarlarında Happy Anniversary yazan muhteşem tatlı, bir Bulgar Türkü olan güzel soprano, keyifle dinlediğim My Way ve bir de o gün bu gündür dilimden düşmeyen Santa Lucia.( Kışın Frank Sinatra’nın biyografisini – His way- okumuştum. Bir dönem kitabı niteliğindeydi aslında, benim çok hoşuma giden 50’li yıllar)

Son gece Bourbone House Seafood’da veda ettik New Orleans’a.


Bourbone House Seafood Amerika’nın en iyi ilk 10 Deniz ürünleri restorantları sıralamasında ilk beşe girmiş aslında bir istiridye bar insanlar buraya daha çok çiğ istiridye yemek için geliyorlar.   

Tabii ki ben pişmişini yedim. Creme Brulee’si muhteşemdi.

Yorucu olacağını düşündüğüm bu kısa tatil hepimize iyi geldi. Eren Mardi Gras’dan kalan ışıltılı boncuk kolyeleri hiç düşürmedi elinden hele kolyelerin ne işe yaradığını öğrenince daha da eğlendi.

Şu tatiller ne unutulmaz anılar yaratır. Geride bıraktığımız günlerin ışığı hiç sönmez bu anılar yüzünden.  En sevdiğim söz “Taşınırken kitaplarımız, ölürken seyahat anılarımız olmalı bol bol”

DANİ

Mayalı tarifler fırından yeni çıktığında yada ılıkken muhteşem oluyor.  Dani’nin ertesi güne kalması zaten mümkün değil o  kadar yumuşak okadar lezzetli ki bir anda tükeniveriyor. Ortası çileklisi de rikottalısı da çok güzel.


Malzemeler:

  • 1 paket kuru maya
  • 4 yemek kaşığı tereyağ
  • 1 tutam tıuz
  • 1 yumurta sarısı
  • 3 1/4 kap un
  • 3/4 kap süt
  • 1/2 kap ılık su
  • 3 yemek kaşığı + 1 tatlı kaşığı toz şeker

Üstü:

Çilekli

  • 1 kase ayıklanıp doğranmış çilek.
  • 3 dolu yemek kaşığı toz şeker

Küçük bir sos kabında şeker ve çileği karıştırıp çilekler hafifçe yumuşayıncaya kadar pişirdim.

Rikottalı

  • 3 dolu yemek kaşığı rikotta peyniri
  • 1 yumurta sarısı
  • 3 kaşık toz şeker
  • 1 çay kaşığı portakal kabuğu rendesi

Rikotta peyniri, yumurta sarısı, toz şeker ve portakal kabuğu rendesini iyice karıştırdım.

Nasıl yaptım?

Derin bir kapta 1 tatlı kaşığı toz şeker, maya ve 1/2 kap ılık suyu karıştırdım. 7-8 dakika köpürüp mayalanmasını bekledim. Başka bir kapta tereyağı ve 3 yemek kaşığı şekeri iyice çırptım. Tuz ve yumurta   sarısını ekleyip çırpmaya devam ettim.  Mayalı karışımı, sütü ve 3 1/4 kap unu ekleyip yoğurdum. hamur pürüzsüz bir kıvama gelene kadar yoğurmaya devam ettim. (yoğurdum diyorum ama doğrusu bu işi benim yerime  Kitchen Aid yapıyor)

Top haline getirdiğim hamuru içini azıcık sıvıyağ ile yağladığım derince bir kaba koydum. üzerini kapatıp ılık bir yerde yaklaşık 1 saat kadar beklettim.  Bu arada fırının ısısını 180°C’ye ayarladım. Mayalanma süresinin sonunda kabarmış hamuru hafifçe unladığım tezgahta  16 eşit parçaya böldüm. Her bir parçayı düzgün bir top haline getirdim. Fırın tepsisine yerleştirdim üzerini kapatıp 30 dakika daha mayalandırdım.  Bir tatlı kaşığının arkasıyla topların üzerine çukur açtım.

Yarısına çilekli, yarısına rikottalı içten birer  yemek kaşığı koydum. 30-35 dakika pişirdim. Biraz ılınınca üzerine pudra şekeri serptim. Sıcak bir bardak çayla tadına doyulmaz bir ikili oldular.

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.