Benim Hayal Defterim

Dün geçmişimde bir gezintiye çıktım


Dün geçmişimde  bir gezintiye çıktım.Çocukluğumun evine gittim çocuklarımla 27 yıl sonra her şeyi bıraktığım gibi bulacağımı hayal ederek.

Dedem perdeyi aralayıp bana gülümseyecekti. Ayşe teyze ben okula giderken camdan bana el sallayacaktı, ben onu annem sanacak aldanacaktım. Belgin yarı beline kadar sarkacaktı camdan yüzünde billur gülümsemesiyle, masumiyetin rüzgarı saçlarının arasından geçip gidecekti.  Atilla babasını kaybettiği o hüzünlü günden,kaloriferin dibine çöküp ağladığı günden çok daha önceki haliyle neşeli bir ıslıkla  sokakta oynuyor olacaktı.Annem en genç haliyle mutfakta akşama hazırlık yapıyor, babam hala işte, Elif mutfak tezgahına oturmuş bir elma yer gibi bir domatesi dişlemeye çalışıyor olacaktı, çelimsiz yeni çıkmış dişleriyle.  Barış odasında misketlerini sayıyor, kapıda pırıl pırıl pinokyo bisikleti onu bekliyor olacaktı. Ben elimde annemin saç fırçası ayna karşısında sevdiğim bir şarkıyı söylüyor yada üst kattaki komşudan eve dönüyor olacaktım merdivenlerden beşer beşer atlayarak. Her giriş çıkışta posta  kutusuna uğrayıp, Yasemin ablamın Amerika’dan gönderdiği mis kokulu mektuplarının yolunu gözleyecektim. Babamın doğum günümde getirdiği laleri kuruttugum kitap aralarına arada bir açıp göz atacaktım renkleri solmadan kurusun diye dua ederek. Sonra anneler günü yaklaşacak ben yine çocuk kalbimle anneme dünyaları alabilmenin hayalini kuracaktım. Bulduğum her boş sayfaya bir iki dize şiir yazmaya çalışacaktım. Anket defterim hiç düşmeyecekti elimdem. Hatıra defterlerine yazı yazarken, bu sayfayı bana ayırdığın için teşekkür ederim diyerek başlayacaktım.Ümit teyzemin İtalya’dan getirdiği çocukluğumun en hatıralarda kalan oyuncağı Caroline bebeğim odamın baş köşesinde bir gözü kapalı bana bakıyor olacaktı.Dolabımda asılı harika kıyafetleri giymek için hep özel bir gün beklentisiyle ben büyüyecektim, elbiseler yeterince giyilemeden küçülecekti.   Annem iş yaparken que sera que sera yı mırıldanacaktı, babam keyifli anlarında siyah beyaz televizyonunumuzun ekranında şarkı söyleyen sanatçıya eşlik edecekti “Seni sevda çiçeğim tacı serim….”

Hiç birisi olmadı hani tiyatro sahnesinde oyun biter sahne bom boş kalırya kendi ıısızlığında, öylece kalakalmış bizim evimizde.
Aradan çoook uzun yıllar geçti. Artık o evdeki hayatı eşyaların yerlerini çok iyi hatırlamıyorum ama nedense o ev yıllar sonra hala rüyalarımın tek evi. Sırf bu yüzden bazı sabahlar mutlu uyanıyorum.Taşınırken her şeyi, bütün eşyaları yanımızda götürdük. Bomboş kalmıştı evimiz odalarını gezip birer birer veda etmiştim, ama daha sonra anladımki götüremediğimiz, götürmeyi beceremediğimiz bir şeyler kaldı o evde bizden, benim ve Barış’ın çocukluğu Elif’in bebekliği annemin ve  babamın gençliği o evde kaldı. Ne çok mutluluğa, ne çok hüzne tanıklık etti o ev.

Yaşanan her günün geride dönülemeyecek anlar bırakması ne kötü.

Her şey çok değişmiş belkide hiç gitmemeliydim çocukluğumun evine, hayalimdeki gibi kalmalıydı. Evimizin karşısındaki ekmek fırını yıkılmış yerine sevimsiz bir apartman dikilmiş. Ağaçlarının altında piknik yaptığımız arsalar kocaman
apartmanların altında kalmış,  bahçesinden can erik aşırdığımız sarı ev de, bahçesi de yok olmuş.Tırmandığımız ağaçlar,  küçük tepemiz,  anılarımızı içine koyduğumuz resim kaybolmuş. Çocuklar büyümüş, anneler babalar yaşlanmış, anneanneler dedeler çoktaaaan göçüp gitmişler.

Zaman her şeyi öğütüyor.
Ben büyüdüm, o evden taşındık . Başka evlerde başka anılar yarattım yıllar boyunca. Ama her birinde benden bizden bir parça bıraktık taşınırken.

İlkinde doğdum, ikincisinde büyüdüm, üçüncüsünde evlendim, dördüncüsünde mutlulukla çoğaldım. Şimdi beşincisindeyim bahçesinde ağaçlarımızın kök saldığı,  yollarında Eren’in kırmızı bisikletiyle gezip, odalarında Defne’min genç kızlık hayalleri kurduğu, bizim yavaş yavaş yaşlandığımız, onların hızla büyüdüğü hayatın nihayetsiz döngüsünü yaşıyoruz bu evde, bir devir teslim yaşanıyor aslında.   Şimdi onların zamanı.

Çilekli Rulo Pasta

Çok lezzetli bir pasta oldu. Yapılışı çok kolay.

Püf noktası: kullanılan malzemelerin oda sıcaklığında olması.

Malzemeler:

Kek

  • 4 yumurta
  • 80 gr şeker
  • 70 gr elenmiş un
  • 1 tatlı kaşığı kabertma tozu
  • 3 yemek kaşığı süt

Krema

  • 300 gr labne peynir
  • 50 gr terayağ
  • 1/2 kap toz şeker
  • 1 paket vanilya

1 kase çilek

Kremanın hazırlanması çok kolay. Pişirme gerektirmiyor.  Oda ısısına gelmiş krem yumuşaklığındaki tereyağı, labne, şeker ve vanilyayı mikserle  uzun süre toş şeker granülleri eriyene kadar çırptımKullanacağım zamana kadar buzdolabında tuttum.

Çilekleri yıkayıp kuruladıktan sonra boyutlarına göre bazılarını 2, bazılarını 4 parçaya böldüm.

Kek;

Oda ısısındaki 4 yumurta ve 80 gr şekeri mikserle yaklaşık 10 dakika çırptım.  Bu arada kabartma tozu ve unu elekten geçirdim. Unu eledikten sonra tartmam gerektiğini unutmadım. Unu çırpılmış karışıma 3 seferde ekledim tahta kaşık yada silikon balon telle karışımın sönmesini engelleyecek şekilde yavaşça yedirdim. Oda sıcaklığındaki 3 yemek kaşığı sütü ekledim. homojen bir karışım elde ettim.

25×40 cm ‘lik tepsiyi kenarları taşacak şekilde yağlı kağıtla kapladım. Hamuru tepsiye boşaltıp  spatula yardımıyla üzerini düzledim 180 C° ısıtılmış fırında 10-12 dakika pişirdim. Fırından çıkardıktan 2-3 dakika sonra üzerine pudra şekeri serpilmiş yağlı kağıt üzerine  ters yüz ettim tepsiyi . Altındaki yağlı kağıdı yavaşça sıyırdım. 2-3 dakika bekledikten sonra önceden hazırladığım kremayı kekin üzerine sürdüm. Çilekleri resimdeki gibi dizdim. ve alttaki yağlı kağıt yardımıyla rulo yaptım. Kağıda sarılı halde yaklaşık yarım saat buzdolabında dinlendirdim. servis yaparken üzerine pudra şekeri serpmeyi unutmadım.

Nigela lawson

Yiğit Pura

Top Chef

Yiğit Pura, Amerika’da yapılan,  Top Chef  Just Desserts yarışmasının  en iyi aşçısı seçildi. İşte dedim , gurur duyacağımız birisi daha oldu oralarda, eminim daha niceleri var. Sanırım en ünlüsü Dr.Oz Amerika’lılar sağlıklı yaşamayı bize Dr. Oz öğretti diyorlarya umarım bir kaç sene içinde Yiğit’te böyle parlayacak. Televizyon programları, kitaplar derken alıp başını gidecek. 17 Kasim, San Francisco’da ‘Yigit Pura Günü’ ilan edildi .Sehrin valisi Gavin Newsom, San Francisco’nun bu ünlü simasinin basarisi üzerine 17 Kasim 2010’u ‘Yigit Pura Günü’ ilan etti. Genç sef simdi de Tout Sweet adli bir butik pastane açmaya hazirlaniyor. 

Top Chef yarışması Digitürk Plus’ta yayınlanıyor ama henüz Yiğit’in yarıştığı Just Desserts yayınlanmadı. En kısa zamanda Yiğit’ten burada yayınlamak için bir tarif isteyeceğim.

31 Ocak 2011 Pazartesi

1. Gün

Bu gün neyin başlangıcı olacak merak ediyorum doğrusu. Uzun yıllar sürecek keyifli bir yolculuk olmasını istiyorum. Onca yıldır kağıda döktüğüm mutlu anları, hüzünleri, tarifleri.. paylaşmak başka bir değişle kapıları herkese açmak nasıl olacak bilmiyorum. Denemek istiyorum.
Neler olmalı  içeriğinde? galiba her şeyden biraz hayatın kendisi gibi damak tadı, göz zevki, mutluluklar, hüzünler, komedi, aşk… ve daha aklıma gelmeyen günlük yaşamsal detaylar. Çocuklarım doğduktan sonra günlük yazarken daha farklı bir bakış açısı edindim kendiliğinden gelişen bir durumdu bu satırlarda mutlulukların bol ama hüzünlerin daha az olmasına özen gösterdim ilerde okuyacaklarını hesaba kattım hep, tarifleri yazdığım defterlere küçük notlar yazdım Defne için “bu kurabiyeyi her yapışımda fırının önüne oturup heyecanla pişmesini bekleyişin geliyor aklıma”,” bu tarif anneannenin tarifi sende yap çocuklarına sakın unutma” gibi taşındığım evin duvarına minicik bir not yazdığım günü hatırlıyorum “bu evde biz mutlu olduk umarım sizde olursunuz” şimdi biraz çocukca gelsede ben hep böyleydim hayatıma girmiş her şeye bir vefa borcum vardı sanki .Fazla duygusal, fazla hassastım bu yüzden sessiz isyanlarım çok oldu. Kendi dünyamın romantik devrimcisi olacaktım ama olmadı bir kaç kişiyle devrim olmuyormuş anladım hemde çok geç anladım işte o zamandan beri gerçekten büyümeye başladım ne garip 40’lı yaşlarda büyümekten bahsetmek içinizden diyebilirsiniz zahmet etme bir dahaki sefere inşallah:)) ama demeyin daha umutsuz vakalar gördüm ben hani içindeki çocuğu büyütemeden yaşlılıktan ölenler gördüm. Artık büyümeyeceğinden kesinlikle emin olduğum 50’ye merdiven dayamış bir Peter Pan’ımız bile var, var olamayan ülkesinde birlikte büyüdüğümüz . Kısaca yazacak çok şey var, daha önceden yazdıklarım var, yolculuklar var, güzel tatlar var,  yıllar boyunca peşinden gittiğim cümleler satırla var hani okurken altını çizdiğimiz satırlar varya onlardan yüzlerce var.
Hepsini paylaşmak istiyorum, bir tek cümle bir tebessüme sebep olursa yüzünüzde, sadece bir deneyim ufacıkta olsa ışık tutarsa her hangi birinizin yoluna, bir tat mutluluk katarsa hayatınıza hele vazgeçilmeziniz olursa bir tarifim hoplaya zıplaya devam ederim yoluma
Elvan

Gönderen Elvan zaman: Pazartesi, Ocak 31, 2011

Bunu E-postayla Gönder BlogThis! Twitter’da Paylaş Facebook’ta Paylaş Google Buzz’da Paylaş

1 yorum:

Dee dedi ki…

Hani okurken altini cizdigin satirlara kirmiziyi eklemeyi unutma, denedigin herseyin; altini cizdigin bir gercege donustugunu hatirla, Paris’den bekledigin gunleri paylastigini, bir anda ne kadar hizli buyudugunu ise sariyla harmanla, “o” hep yaninda… O evin duvarlarina baktigimiz ilk gunu hatirla.. Firindan cikan bezeleri orada ogrettin, uzak yolculugumdan once hala sakladigim defterime tariflerini orada yazdin, o notlar senden bana “ogreten”… Sahanesin.. D:

Bahar geldi…….

Mina Mercke Schmidt

 

Eski bir yazı…

Eren bu yıl okula başlıyor. Defne ortaokula başlayacak, bu demektir ki, ben bol bol ders çalışacağım, saymayı yeniden öğreneceğim, bugüne kadar öğrendiğim, hayata dair tüm bilgileri sil baştan yapıp okula yeniden başlayacağım. Güneşin neden ısıttığını, sonbaharda yaprakların neden döküldüğünü tekrar öğreneceğim. Gökkuşağının altından geçerken dilek bile tutacağım, kısaca farkına varmadığım güzellikleri yeniden keşfedeceğim.
Bu kez yol arkadaşım Eren olacak. Yine kendime zaman ayıramamaktan şikayet edecek ama daha ilerde bir gün resimlere bakıp onlarla geçirdiğimiz tüm zamanların hayatımızın en iyileri olduğunu fark edeceğim. Çünkü onlar artık büyümüş ve kendi yollarında arkalarına bakmaya vakit bulamadan koşturuyor olacaklar. Yorulduklarında dinlenmek ya da düşünmek için duraksadıklarında geriye bakacak hayal meyal hatırlayacaklar yolun ilk yarısını.
O yıllar….

Bir elimden annen, bir elimden baban tutsun, artık kimse zarar veremez sana. Tökezlesen bile annem izin vermez düşmene. Bir yerim acıdığında dört el aynı anda sevgiyle uzanır yaralarını iyileştirmek için. Gece korkulu bir rüya görsen annen kucaklar sevgiyle, korkuların geçer, kendini bırakırsın uykuya annenin güvenli kollarında. Altı üstü çikolata şeker, sağı solu oyun masal dertsiz, tasasız bir masal dünyasının masum meleğisindir o yıllarda.
Ne ağlatır, ne üzer seni? Çıkaramadığın ayakkabıların ya da isteyip de alamadığın lolipop, bunun için bile bir sürü gözyaşı dökebilirsin, çünkü içinde yaşadığın dünya, daha kötüleri, kötülükleri tanımadığın, süper kahramanların her şeyin üstesinden geldiği bir masal dünyasıdır.
Daha yolun başındasındır. Henüz geride sevdiğin birilerini bırakacak kadar bile yol almamışsındır. Öyle bile olsa, sevdiğin sen anlayacak yaşa gelene dek uzun bir seyahate çıkmış olur. Kısaca hiç yara almaman için herkes elinden geleni yapar, hayali senaryolar yazılır hatta senin canını acıttığı için çarptığın eşyalar azarlanır.
Sonra biraz daha büyürsün artık ağabey ya da abla olmanın daha avantajlı bir durum olduğunu fark eder, etrafta ağabeylik ya da ablalık yapacak birilerini ararsın. Artık ağabeysin ya da ablasın ya kimse tutmasın elini mümkünse.
“Ben bebek değilim!” diyen isyanların başlar. Yemeğini kendin yemek, düştüğünde kendin kalkmak istersin ama gene de annen ve babanın arkanda olduğunu bilmek en büyük güvencendir. Arkanda olsunlar ama yolunu çizmene karışmasınlar istersin.

Sonra okula başladığın ilk gün nasıl olduğunu anlamadan geliverir. Anneanne, dede, anne, baba sanki sana bakınca üniversiteden mezun olduğun günü görür gibi olurlar. Nasıl büyük bir gururla sokarlar seni sıraya. Senin ise gözlerin hep onları arar. Ağlaşmalar, fotoğraf karelerine sığdırılmaya çalışılan ilk okul günü. Sonra sorulaar sorulaaaar…
Sonra sorulaar sorulaaaar…
“Anne neden gökyüzü mavi?”
“Gökkuşağı nasıl oluyor?”
“Ben senin karnına nasıl girdim?”
“Oradan nasıl çıktım?”
“tabakta kaç elma, elimde kaç parmak var?”
“Buz neden soğuk?”
“Su neden ıslak?”
Sonbaharda yapraklar neden dökülür?”
Hayatı keşfetmek çok eğlenceli gelir, sanki ulaşılmaz bir sırrı keşfetmişcesine büyük bir mutlulukla parlar gözlerin aldığın her cevapla. “Vayyy beee! Annem ne çok şey biliyor!” diye hayrete düşersin, baban hayatının en önemli kahramanıdır. Kocaman cüssesiyle kapıdan şöyle bir görünüverdi mi, “benim babam seni döver” türünden böbürlenmelere de başlamış olursun artık. Yani artık gerektiğinde kullanabileceğin ek gücün bile vardır.
Aslında çok istediğin bu bir an önce büyüme işi, ancak büyüyünce anlayacağın, çocukluğun bütün avantajlarını kaybedeceğin, söyleyeceğin her sözün hakkında delil olarak kullanılacağı, yaptığın her şeyden sadece senin sorumlu olacağın, komşunun çocuğuyla bile mukayese edileceğin, potansiyel suçlu muamelesi görüp gizli gizli çantanın ceplerinin aranacağı berbat bir dönemin başlangıcı olacaktır.
Annen baban sana çok güvendiklerini ancak çevreye güvenmediklerini söyleyerek hayalini kurduğun özgürlüğe giden yolda hep önünü keseceklerdir. Bu dönem olağanüstü anlayışlı bir anne- babayla bile geçse de sıkıntılıdır.
Ne çocuksundur ne yeterince büyük. Bir yandan hızla büyüyen elini kolunu nereye koyacağını bilemez, dengeni kaybedip sağa- sola çarparsın adın “sakar”a çıkar. Bir yandan ayna karşısında harcanan zamanlar arttıkça, aynadaki görüntüde sinir etmeye başlar seni. Saçların istediğin gibi olmaz, yanakların olmadık yerde kızarır ele verir seni, yüzündeki minicik bir sivilce kabusun olur. Kısaca fiziksel değişimini bile kontrol edemezken bir de aşk meşk girdi mi işin içine, hepten leyla olur bütün gün tavanları seyredip çiçeğin böceğin güzelliğini anlatan şiirler okursun. Ya da seni görmezden gelen sevgiliye “aahh” edip acılı şarkılar dinler, aşk acısını da tattım hayat= 1, ben= 0 tarzında şiirler yazarsın defterlerinin arkasına.
Aşk acısını tatsan da, içinde bir yerlerde daha yaşama sevincin hiç eksilmeden duruyordur. Göreceğin daha çok şey vardır hâlâ sabırsızsındır, hâlâ yeterince büyümemişsindir. Hep varılacak hedefler vardır, arkana bile bakmadan koşarsın. Durup dinlenmek, dinlenirken arkana bakmak gelmez aklına. Bu arada hayatına o kadar çok insan girer ki, (yaşanmışlıklarının tanıklarıdır onlar) kimi yola seninle devam eder, kimi geride kalır ve böylece artık kayıpların acısı başlar. Aldığın yenilgilerin burukluğu, başını eğmek zorunda kaldığın anlar, karşılıksız aşklar ve yavaş yavaş eksilirsin….
O yıllardan ne çok şey kalır sana, daha sonra farkına varırsın. Yol boyunca kazandığın başarılarda, başarısızlıklarda çok şey öğretir, içinde bir yerlerde birikir onlar taaaki sen büyüyüp bilginin, tecrübenin sahip olduklarının değerini anlayacak olgunluğa erene kadar. Onlar senin gizli hazinendir, kaybettiğin gençliğin yerine sana kalanlardır.
Onlar her şeyden değerli…
Sonra ne çabuk geldim buralara türünden yakınmalara başlarsın, bizi en iyi anlatan şarkı “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım ” oluverir.
Sonra “şimdiki aklım olsa sabah daha erken uyanır, gece daha geç yatardım. Böylece güneşin doğuşunu kaçırmamış olur, gece yıldızları sayardım” gibi iş işten geçti cümleleri kurmaya başlarsın.
Bense çocuklarımın daha yolun başında oldukları ve bu amansız hayat koşusuna hazırlandıkları bugünlerde, bırakın gökteki yıldızları saymayı, yatağa 5 dakika erken gitsem kâr sayıyorum. Üstelik gökteki yıldızların sakinliğine bakıp evdekilere kızmaktan korkuyorum :)) Güneş her sabah ben fark etmeden doğsa da ertesi gün yine yeni güne uyanmamız için dua ediyorum

Elvan

Köfteli Sipagetti

Köfte malzemesi:

  • Yarım kilo kıyma
  • 3/4 kap köftelik ekmek içi
  • 2 yemek kaşığı ince doğranmış maydanoz
  • 1/4 kap parmesan peyniri
  • 1 çay kaşığı tuz
  • 1/2 çay kaşığı karabiber
  • 1/4 çay kaşığı muskat
  • 1 yumurta
  • 3 yemek kaşığı zeytin yağı

Domates sosu:

  • 4 yemek kaşığı sızma zeytin yağı
  • 1/2 su bardağı ince doğranmış soğan
  • 1/2 çay kaşığı sarımsak
  • 500 gr domates püresi
  • 1 yemek kaşığı ince doğranmış maydanoz
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1/2 çay kaşığı karabiber

Servis İçin: 1 Paket sipagetti ve üzerine serpmek için parmesan peyniri.

Köfte malzemesinin tamamını karıştırıp iyice yoğurduktan sonra ceviz büyüklüğünde toplar yapıyorum.  Teflon tavada kızdırdığım 3 yemek kaşığı zeytin yağında topların her tarafı kızaracak şekilde pişiriyorum. Pişirme işlemi sona erdiğinde tavada kalan yağa 4 yemek kaşığı zeytin yağı daha ekleyip önce soğanları kavuruyorum. Sarımsağı da ekleyip çok az soteledikten sonra domates sosunun geri kalan malzemelerini ekliyorum.  Önceden pişirdiğim köfteleri de sosun içine koyup kapağını kapatıp kısık ateşte 30 daika pişiriyorum.Bu arada sipagettiyi pişirip hazırlıyorum.

Servis yaparken tabağa önce sipagettiyi koyup üstüne köfteleri yerleştiriyorum. Parmesan peyniri ve kıyılmış maydanozla süsleyip servis yapıyorum.

Çocuklar çok severek yiyiyorlar.

 

Fil, zürafa, kaplan….

Malzemeler:

  • 225 gr oda sıcaklığında tereyağ
  • 3/4 kap şeker
  • 3 yumurta sarısı
  • 1 paket vanilya
  • 2 1/2 kap un
  • 1 paket kabartma tozu

Şeker ve yağı mikser yardımıyla 4-5 dakika  çırpıyorum. Yumurta sarılarını teker teker ekliyorum.  Vanilya, kabartma tozu ve unu eledikten sonra karışıma ekliyor iyice karıştırıyorum.  4 eşit parçaya böldüğüm hamuru saklama poşetine koyup buzdolabında 1 saat bekletiyorum.  Fırının ısısını 180 Cº’ye ayarlıyorum. Dinlendirdiğim hamuru buzdolabından çıkartıp 0,5 cm kalınlığında açıyorum. Kesme kalıplarıyla kesip 180 Cº’de 8-10 dakika yada pembeleşene kadar pişiriyorum. Sonra çocuklar bir anda kurabiyeleri yok ediyorlar :)))

 

Tekerlek Kurabiye

Sable tadında inanılmaz lezzetli bir kurabiye…

Malzemeler:

  • 120 gr tereyağ
  • 1 kap şeker
  • 2 yumurta sarısı
  • 1 paket vanilya
  • 6 yemek kaşığı süt
  • 2 kap un
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 kap fındık
  • 70 gr eritilmiş bitter çikolata

Terayağ ve şekeri krema kıvamına gelene kadar çırpıyorum.Yumurta sarılarını teker teker ekliyorum.  Erimiş çikolata hariç geri kalan tüm malzemeyide katıp iyice karıştırıyorum. Hamuru iki eşit parçaya ayırıyorum. Birine erimiş çikolatayı ekleyip karıştırıyorum. Resimde görüldüğü gibi saklama poşetine koyup buz dolabında 1 saat bekletiyorum. Bekleme süresi dolduğunda iki eşit parçayı üst üste koyup, hafifçe unladığım streç film üzerinde  merdane ile yaklaşık 40×30 cm’lik bir dikdörtgen şeklinde açıyorum. Alttaki streç film yardımıyla uzun tarafından başlayarak sıkı bir rulo yapıyorum. Sarıp buzdolabında 1 saat bekletiyorum.  Bu arada fırının ısısını 180 dereceye ayarlıyorum.   Buzdolabından çıkarttığım ruloyu keskin bir bıçakla 1 cm’lik dilimler halinde kesiyorum. İstediğim ısıya ulaşmış fırında 8-10 dakika pişiriyorum.

 

 

 

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.