Benim Hayal Defterim

BAKLALI PİLAV

DSC_6880

   En sevdiğim pilav! İran mutfağının nefis bir tarifi. Yıllar boyunca çok nadir gördüğüm ama çok sevdiğimiz İran’lı bir arkadaşımızın Reza’nın tarifi baklalı pilav. Klasik başarılı insan profili; merakları hobileri olan…   Reza, Becton Dickinson’un Business manager’i. Yemek yapmak, en azından kendi mutfağına  has yemekleri yapmak onun hobisi bence.  Pilavı öyle bir tarif etti ki…. Bir ritüel gerçekleştiriyormuş gibi hissettim yaparken 🙂

   Bu tarifi Reza’dan aldım; ama aslında ben bildim bileli bu pilav bizim ailede çok sevilir. İran mutfağı bana göre olağan üstü lezzetli. Annemin hiç tanımadığı İran’lı dedesinden kalan tek kültürel miras yemekler olmuş. Çok değişik kültürlerin harmanlandığı ailemizde,  Fars kültürünün de bir etkisi var.

      Reza, uzun uzun tarif etti pilavın yapılışını. İstanbul’dan kargoyla, ayıklanıp dondurulmuş iç bakla yolladı. Eşim, Bangkok’tan basmati pirinç getirdi. Ben de pilavı pişirdim 🙂

   Tamam Basmati gibi olmaz ama büyük marketlerde satılan jasmin pirinci de işe yarar. Ben tam 500 gr pirinç kullandım. Suyu berraklaşana  kadar defalarca yıkadım. yaklaşık 2-3 litre  kaynar tuzlu su (1 dolu tatlı kaşığı) içinde pirinci ve  200-250 gr kadar ayıklanmış iç baklayı,  prinçler  al dente olana kadar kaynattım. Makarna pişirirken kullandığımız al dente terimi bence basmati pirinç için de geçerli. Pirincin, haşlama işleminden sonra yaklaşık bir yarım saat daha pişeceğini hatırlatayım. Pirinci süzdükten sonra soğuk suyun altından geçirdim. Süzgeçten süzülen suyun yaklaşık 4-5 çorba kaşığı kadarını pilavı pişireceğim tencerenin dibine akıttım. 2 yemek kaşığı rafine zeytin yağı ilave ettim. Bu arada pirinci,  ince doğranmış küçük bir demet dereotu ile  harmanladım. Tencereye aldım. Kapağını tam kapatmadan orta hararetli bir ocakta 3-4 dakika tuttum. Buharlanmaya başlayınca önceden erittiğim 150 gr tereyağını delikli bir kepçe ile pilavın üzerine yağmur gibi yağdırdım 🙂  Böylece yağ her yere eşit dağıldı. Ocağı mum gibi kısıp, tencerenin ağzını temiz bir mutfak havlusuyla kapatıp, üzerine sıkıca kapağını kapattım. Toplam pişirme süresini 30 dakikaya tamamladım. Tencerenin dibine koyduğum sıvı yağ, pilavın dibinin börek gibi kızarmasına neden oldu. Sonuç muhteşemdi. Kokusu olağan üstü, lezzeti dolu doluydu.

Teşekkür ederim Reza.

DERYA’NIN EVİ SON

ne

Derya’nın evinde en sevdiğim köşe 🙁  Neriman teyzenin dünyalar güzeli gençlik fotoğrafından harika bir portre yarattı Kayhan Aybatlı. Tablodaki güzel kadın, gençlik yıllarımın önemli renklerinden biriydi; hayat dolu, komik ve eğlenceli.

d

Derya’nın odası,  ebeveyn ve misafir banyosu gibi Restoration Hardware’in St James  naturel antik koleksiyonundan. Bu eskitilmiş antik görüntüyü sağlamak için ahşap 7 ayrı işlemden geçirilmiş. Başucu lambası fikri şahane bir derya stili olmuş bayıldımm 🙂 Tek kişilik sandalye koltuk ” Couturier’s Chair” adı verilen özel bir tasarım. Eskiden Paris’in ünlü moda evlerinde yüksek topuklu müşterilerin rahatça oturabilmeleri için kullanılıyormuş.  Çok seviyorum hikayesi, tarihi olan eşyaları; evde yaşayan mobilyalar onlar.

d1

Ebeveyn banyosundaki yağmur duşu ne hoş. Duşun yeri pebble taşlardan yapılmış. Karoların sanırım  kesimleri Fransız tarzıymış. Böyle şık bir banyoya çerçevesiz bir duş kabini çok uygun olmuş. Banyodan giyinme odasına açılan bir kapı…

d2

Eskitilmiş İngiliz bronz aynalar Restoration Hardware’den. Şu kolyeleri küpeleri bir yakından görseydim 🙂  Üniversite yıllarımızda ne güzel kardeş kardeş ortak giyim, ortak takı yaşardık. O günler….

de2

Klozet üzerindeki tabloyu hatırlıyorum. Deryoşum, yine evin genelinde olduğu gibi lake süpürgelikler, kullandığın duvar renkleri seçtiğin mobilyalar ve aksesuarlar öylesine sakin, zorlamadan uzak sindirilmiş  bir şıklık yaratmış ki… “Zevk parayla satın alınamaz varsa vardır.” dedirtecek cinsten.

de1

Aynaların üstündeki tablo aydınlatma lambaları Derya’nın fikri.

bo

Boran’ın odası ne maskülen bir oda olmuş! Kaptan Amerika bu odada yaşıyor galiba 🙂

bo3

Boran’ın odası,  Restoration Hardware’in Aviator koleksiyonundan. Koleksiyon, II. Dünya savaşında  görev almış savaş uçaklarından esinlenerek tasarlanmış. Masa ve sandalyede patchwork var 🙂 Alüminyum parçalar çelik vidalarla bir araya getirilmiş.

bo2

Yatak ben de Treasure Island hissi yarattı 🙂 İşin gerçeği yatak: Buzdolabının keşfinden önce kullanılan yalıtılmış, kilitli tahta  saklama kutularından esinlenerek tasarlanmış.  Avize, Kaptan Amerika’nın  odasının dekorasyon stiliyle uyumlu 🙂

bo4

Devon Spitfire sandalye çok çok şık. Mudo’da satılıyor.

bas

Misafir banyosu yine St James koleksiyonundan. Tezgah italyan Carrara mermeri. Yer ve duvar karoları, duşun içinde yer alan madalyon Manisa’dan. Bronz armatürler Lugarno koleksiyonu.

ba

 Benim zevkli arkadaşım bir kere daha güle güle otur.

Tavuklu Noodle

DSC_6841

Benim küçük aşçı yamağım iş başında 🙂

   Ne zaman  doğranacak  ya da ocakta karıştırılacak bir şey olsa oğluşum yardıma koşar. Ya parmağını keserse? Kesmemesi için doğrama  sırasında parmaklarını nasıl konumlandırması gerektiğini öğrettim.  Jülyen doğramada üstüne yoktur 🙂

DSC_6837

Noodle yapmak için sebzeleri Eren doğradı. Sebzeli noodle’ı bu defa tavuk ilavesiyle yaptık. Sebzeli kısmının tarifini daha önce yazmıştım. Tavukları nasıl yaptık?

2 adet tavuk göğsünü jülyen doğradım. Derin bir kapta 1/2 çay bardağı soya sos, 1 dolu yemek kaşığı mısır nişastası, dolu bir tutam taze zencefil rendesi ve 1 çay kaşığı balı iyice karıştırdıktan sonra tavukları ilave ettim. Tavuklar tamamen sosa bulandıktan sonra buzdolabında 1 saat dinlendirdim. Büyükçe bir tavada 1/2 çay bardağı rivyera zeytinyağını kızdırdım, tavukları atıp pembeleşene kadar kızarttım. Sebzeli noodle’a ekleyip servis yaptım. 

DSC_6845

Nefis!

Bayramlık Kek

DSC_6831

   Taşınma telaşı, hazır taşınıyorken elden geçirilecekler derken yine hayal ettiğim bayram hazırlıklarını yapacak vaktim olmadı. Bu sene çeşit çeşit “anne” likörü yapacaktım; kahve likörü, vişne likörü…

DSC_6833

Güzel bir bayram keki, bir anne klasiği 🙂

Malzemeler:

  • 210 gr tereyağı
  • 2 + 1/2 kap toş şeker
  • 1 paket + 1 çay kaşığı kabartma tozu
  • 1 paket vanilya
  • 5 yumurta
  • 1 + 1/2 kap un
  • 1/2 kap mısır nişastası
  • 1/2 kap kakao
  • 1/2 kap su
  • 1/2 kap süt
  • 1 tutam tuz

Hazırlık:

   Su, kakao ve 1/2 kap şekeri büyükçe bir kasede pürüzsüz bir hal alana kadar karıştırdım. Tereyağını yakmadan erittim, soğumaya bıraktım. Un, nişasta, kabartma tozu ve vanilyayı elekten geçirdim.  Yuvarlak ve ortası delik bir kek kalıbını tereyağı ile yağlayıp, kalıbın tabanını yağlı kağıt ile kapladım. Fırının ısısını 160 dereceye ayarladım.

Yapılış:

   Erittiğim tereyağı ve şekerin geri kalanını mikserle çırpmaya başladım. 2-3 dakika sonunda tek tek yumurtaları ekledim, Süt ve unlu karışımı dönüşümlü olarak iki seferde ekledim. Karışım homojen bir hale geldiğinde yaklaşık üçte birini kakaolu karışıma kattım ve iyice karıştırdım. Karışımların ikiside  alıştığımızdan daha akışkan.  İster krema sıkma torbasıyla, ister kaşıkla nasıl bir desen istiyorsanız ona göre hamuru kalıba boşaltın. 45-50 dakika pişirin.

DSC_6834

Bana kalsa kekin sade kısmına biraz portakal kabuğu rendesi eklerdim; ama çocuklar sevmedikleri için bu seferlik koymadım 🙁

punch

DSC_6793

   Hülya bahçesinden nefis meyveler getirdi; kirazlar, kayısılar ve mis kokulu kırmızı erikler…

   Tarım ilaçsız, hormonsuz meyve o kadar değerli ki bir tanesini bile ziyan etmemek için uğraştım:)) Kayısılar ve kirazlar  bitti, geriye kırmızı erikler kaldı. Yaklaşık 1 kilo kırmızı eriğin çekirdeklerini çakardım, bir tencerede 300 ml suyla eriklerin kabukları soyulup yumuşayıncaya kadar pişirdim.  Yumuşacık erikleri tel süzgeçten geçirdim ve 1 kap şekerle karıştırdım. Harika bir renkte kırmızı erik konsantrem oldu.

DSC_6797

   Buzlukta yarı yarıya donmuş, buz gibi bir Çamlıca gazozunu bardaklara koydum, üzerine erik şurubu kattım. Tadına doyulmaz, nefis bir yaz serinliği oldu.

Hülya bu erikler ne kadar da güzelmiş :)) 

green gate

DSC_6782

Green Gate, uzun bir aradan sonra yeniden Tepe Home’da.

DSC_6775

Romantik güller, insanın içini açan renkler… Yine çok çekici 🙂

DSC_6779

Bardaklar, pasta tabakları, kaseler, mutfak önlükleri, yastıklar, saatler….

DSC_6776

 Green Gate’ler teşhire çıkar çıkmaz beni haberdar eden harika bir arkadaşım var. Ne şanslıyım 🙂

DSC_6766

İkinci gidişimde ürünler neredeyse yarı yarıya azalmıştı.

DSC_6773

Green Gate hayranları gittikçe artıyor.

DSC_6772

Umarım Tepe Home artık hiç ara vermeden getirir Green Gate ürünlerini.

Fotoğraflar: by Elvan Başustaoğlu

Şimdi sen de paris’tesin.

  Paris, bir otel odasına kapatılmış, Hugo okuyup çikolata yiyen o inatçı cocuk olacak, sizin Paris’i keşfetme tarzınızda; benim içinse, Louvre’un merdivenlerinin tepesinde Samothrake Nikesi’ni, babamın bana güzelliği öğretmiş olduğu o zarif heykeli gördüğümde akıttığımız gözyaşları olacak. diye anlatır  Maria  Kodama, Borges’le birlikte yazdıkları Atlas’ın son değişinde Paris’i.

   Benim Paris’im: Kalbimde süren mevsim  ilkbahar olmasına rağmen, bana  her defasında kasvetli, soğuk yüzünü gösteren bir kış ya da sonbahar resmiydi.  Metro müzisyenlerinin akordiyonla çaldıkları şansonlar kulağımda, uzaktan bakıp dilek tuttuğum  bir hayalin  içinde, üstelik en güzel yerinde; Champs-Elysees’de, hoplaya zıplaya yürüyen bir genç kızın içine sığmayan bir mutluluktu benim ilk Paris’im.  

    Seine Nehri kıyısında açıp kollarımı Jo ( Audrey Hepburn) gibi “Bonjour Paris” diye selamlamaktı Paris’i.   Nereden bakarsananız bakın hep çok yakın gibi görünen Eiffel’e saatlerce yürümek, nihayet varınca, atlı karıncada çılgınca dönerek kutlamaktı varışı.  Avenue Montaigne’da ünlü bir markanın vitrinindeki gelinliğe bakıp hayal kurmaktı… Saint Germain’deki ikinci el kitapçılarda soluklanmak,  Aşk köprüsü Alexandre III ‘den  geçerken yanımda olmasını hayal ettiğim sevgiliyi anmaktı.   Cafe Le Madrigal’de bir kahve molası verip, Esmeralda ile  karşılaşma hayaliyle Notre Dame’a doğru yola çıkmaktı.   Montmartre’da bir resamın tuvali üzerinde parmaklarıyla yaptığı dansa dalıp gitmek,   Sacre-Coeur’un merdivenlerinden çekmek Paris’i içime.  

    Brasserie Lipp’te, oturduğum sandalyede daha önce ünlü bir devlet başkanının oturduğunu öğrenince, üzerime çöken ağır havayla dalga geçen  arkadaşlarımla birlikte anın tadını çıkartmaktı.    Eski müdavimlerin her an kapıdan gireceklerini hayal edip, ayırmadan gözümü kapıdan beklemekti; Hemingway’i,  Camus’u,  Proust’u.  Bir yandan da boş ver yazarları, sadece Yves Montand gelse en genç haliyle deyip dalga geçmekti kendimle.  Elimde bir Fransız bageti, boynumda ipek bir eşarp yağmurlu bir havada  Boulevard Haussmann’dan otele doğru yürümekti.  Galeries Lafayette’in  muhteşem kubbesinin altında, bir alış veriş deliliğinde kaybetmekti kendimi.   Louvre’da Monalisa’nın gülümseyen gözleriyle karşılaştığımda içimi dolduran  memnuniyetti benim ilk Paris’im. Operanın  muhteşem görüntüsünde;  sahnede Carmen’ i, locada  soylu kalabalığı hayal etmekti Paris..  Pompidou’nun bahçesindeki dev kırmızı dudağın fışkırttığı sudaki ışıltıydı Paris.

Sevdiğim filmlerin,  kitapların izini sürmekti Paris benim için.

Lyon’da geçirdiğim uzun haftaların, hafta sonu kaçamaklarıydı Benim ilk Paris’im.  Bir hayali gerçekleştirmenin keyfini yaşayan üç mutlu gencin büyülü, romantik şehriydi Paris.

Sen nasıl anlatacaksın Paris’i?   Daha sonrakiler ilki gibi derinden etkilemeyecek seni.  Seveceksin Paris’i her zaman ama o ilk karşılaşma anının heyecanı gibi olmayacak diğerleri…

Şimdi sen de Paris’tesin….

Elvan

MAVİ

  Bu günlerde  bir başkasının hayatında,  yaşamın ne kadar değerli olduğunu yeniden düşünür oldum. Gözyaşlarımı zor tutuyorum gözümün pınarlarında. Yaralı bir kedi görsem yolun kenarında, sel olup akacak biriktirdiğim ne varsa. Hüzünlü bir Haziran geçti, şimdi  hüzünlü bir Temmuz geçiyor hayatımdan. Mantıklı biri derhal bu durumdan çıkmak için çareler arar ama  benim gibi duygusal bir “balık” dibine vurmadan bırakmaz hüznü. Ne yapar? Anıların sıcacık örtüsünün altında saklanmak ister. Geçmişin tatlı anılarında iyileştirmek ister bugünün yaralarını.  Geçmişe yolculuğun tek hüznü:  Geçmişin geçmişte kalmış olması 🙁  Oysa mutlu anlar var orada. “şimdi bulsam bir yerlerden dünyalar benim olur” dediğim,  kaybına üzüldüğüm küçük değerlerim var.  Bir zamanlar delice sevdiğim insanlar var.  Masallarım, hayallerim var.

  Yaraya sürülmüş alkol gibidir hüzünlü bir zamanda geçmişe yolculuk;  ilk anlarda  yarayı daha da acıtır ama sonunda tedavi eder öyle bırakır.  Böyle zamanlarda:

Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.

şiiri düşmez dilimden. Hiç bir şey sorulmasın benden isterim, haberim olmasın olup bitenden.

  İşte saklanmaya ihtiyacım olduğu  böyle bir anda, tavan arasında buldum kendimi. Affan dedeyi arıyordum galiba 🙂 çocukluğumu buldum  onun yerine eski bir bavulun içinde.  “Haksızlık bu!” dedim. Hayatımın bir dönemi, babamın hediyesi bir elişi kutusuna sığmış. Daha kutuyu açmadan, o hediyenin beni günlerce nasıl oyaladığını hatırladım. Kutuyu açtım.  İçinden  günlükler, mektuplar, şiirler, kurutulmuş çiçekler çıktı.

  Geleceğe yazılmış mektupları yine açamadım. Tavan arasından çıkıp, fersiz bir ışık eşliğinde geceler boyu okudum küçük bir kızın çarpık çurpuk yazısıyla yazdığı günlükleri.  Ağladım, güldüm… “Ne komik bir kızmış bu yaa” dediğim de oldu, kırılgan kalbine üzüldüğüm anlarda… O küçücük bedenin içinde ne fırtınalar kopmuş.  Günlüklerini okuduğum bu küçük romantik  kıza yıldızlar kadar uzağım şimdi. Kendi satırlarımda bir başkasının hayatını okudum sanki. 

Sahi, bir ömre  kaç hayat sığıyor?

 Hüznün rengi mavi miydi?

Bahçemde yaz

DSC_6736

Bahçemin frambuazları…

DSC_6724

Bahçemin naneleri…

Bahçemde yaz bu kadarla bitmiyor elbet; sırada vişne, kayısı, elma  ve erikler var. Kuşkonmaz ve frambuaz bahçemin baş köşesinde! 🙂

SİHİRLİ KEK

DSC_6594

Sihirli Kek bir “Good Housekeeping” tarifi. 

Malzemeler:

  • 115 gr tereyağ
  • 480 ml ılık süt
  • 4 yumurta
  • 1 kap un
  • 1 yemek kaşığı su
  • 1 paket vanilya
  • 150 gr toz şeker

   Yumurtaları oda sıcaklığına getirdikten sonra kullanmak daha iyi sonuç veriyor. Zamanın kısıtlı olduğu durumlarda  ılık su içinde 5-10 dakika bekletmekte işe yarıyor 🙂  Yumurtaların sarılarını ve  beyazlarını ayrı ayrı iki porselen çukur kaba ayırdım.  Yumurta sarılarını toz şekerle açık sarı bir renk alıp, 3-4 kat kabarana kadar çıptım. Önceden eritip ılık hale getirdiğim tereyağını ve 1 yemek kaşığı suyu ekledim. Unu ve vanilyayı elekten geçirdikten sonra karışıma ilave ettim. Koyu kıvamlı bu karışıma sütü azar azar ekledim. Homojen bir hal alana kadar karıştırdım. (Sakın şaşırmayın  zira sütün tamamını kattığınızda neredeyse su gibi akıcı bir karışım çıkıyor ortaya)  En son bir tutam tuzla çırpıp köpük haline getirdiğim yumurta aklarını da ekleyip, balon telle köpükler sönmeyecek şekilde nazikçe karıştırdım 🙂 Aslında bu yumurta akı çırpma işinin de bir püf noktası var; durmamız gereken noktayı iyi ayarlamak lazım.  Jamie Oliver, bunun testini  kabı havaya kaldırıp ters çevirerek yapar eğer dökülmüyorsa, aklar tam kıvamında çırpılmış demektir 🙂    Önceden fındık kadar tereyağı ile yağladığım 20 x 30 cm’lik dikdörtgen kalıba boşaltıp, 170°’lik fırında 45-50 dakika pişirdim. Soğuduktan sonra kare kare kestim ve  üzerlerine pudra şeker serptim.

Nasıl böyle bir şey çıktı? Üstü kek altı krem karamelimsi bir şey 🙂  (custard)

Sihirli kek!

 

DSC_6589

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.