Dün geçmişimde bir gezintiye çıktım.Çocukluğumun evine gittim çocuklarımla 27 yıl sonra her şeyi bıraktığım gibi bulacağımı hayal ederek.
Dedem perdeyi aralayıp bana gülümseyecekti. Ayşe teyze ben okula giderken camdan bana el sallayacaktı, ben onu annem sanacak aldanacaktım. Belgin yarı beline kadar sarkacaktı camdan yüzünde billur gülümsemesiyle, masumiyetin rüzgarı saçlarının arasından geçip gidecekti. Atilla babasını kaybettiği o hüzünlü günden,kaloriferin dibine çöküp ağladığı günden çok daha önceki haliyle neşeli bir ıslıkla sokakta oynuyor olacaktı.Annem en genç haliyle mutfakta akşama hazırlık yapıyor, babam hala işte, Elif mutfak tezgahına oturmuş bir elma yer gibi bir domatesi dişlemeye çalışıyor olacaktı, çelimsiz yeni çıkmış dişleriyle. Barış odasında misketlerini sayıyor, kapıda pırıl pırıl pinokyo bisikleti onu bekliyor olacaktı. Ben elimde annemin saç fırçası ayna karşısında sevdiğim bir şarkıyı söylüyor yada üst kattaki komşudan eve dönüyor olacaktım merdivenlerden beşer beşer atlayarak. Her giriş çıkışta posta kutusuna uğrayıp, Yasemin ablamın Amerika’dan gönderdiği mis kokulu mektuplarının yolunu gözleyecektim. Babamın doğum günümde getirdiği laleri kuruttugum kitap aralarına arada bir açıp göz atacaktım renkleri solmadan kurusun diye dua ederek. Sonra anneler günü yaklaşacak ben yine çocuk kalbimle anneme dünyaları alabilmenin hayalini kuracaktım. Bulduğum her boş sayfaya bir iki dize şiir yazmaya çalışacaktım. Anket defterim hiç düşmeyecekti elimdem. Hatıra defterlerine yazı yazarken, bu sayfayı bana ayırdığın için teşekkür ederim diyerek başlayacaktım.Ümit teyzemin İtalya’dan getirdiği çocukluğumun en hatıralarda kalan oyuncağı Caroline bebeğim odamın baş köşesinde bir gözü kapalı bana bakıyor olacaktı.Dolabımda asılı harika kıyafetleri giymek için hep özel bir gün beklentisiyle ben büyüyecektim, elbiseler yeterince giyilemeden küçülecekti. Annem iş yaparken que sera que sera yı mırıldanacaktı, babam keyifli anlarında siyah beyaz televizyonunumuzun ekranında şarkı söyleyen sanatçıya eşlik edecekti “Seni sevda çiçeğim tacı serim….”
Hiç birisi olmadı hani tiyatro sahnesinde oyun biter sahne bom boş kalırya kendi ıısızlığında, öylece kalakalmış bizim evimizde.
Aradan çoook uzun yıllar geçti. Artık o evdeki hayatı eşyaların yerlerini çok iyi hatırlamıyorum ama nedense o ev yıllar sonra hala rüyalarımın tek evi. Sırf bu yüzden bazı sabahlar mutlu uyanıyorum.Taşınırken her şeyi, bütün eşyaları yanımızda götürdük. Bomboş kalmıştı evimiz odalarını gezip birer birer veda etmiştim, ama daha sonra anladımki götüremediğimiz, götürmeyi beceremediğimiz bir şeyler kaldı o evde bizden, benim ve Barış’ın çocukluğu Elif’in bebekliği annemin ve babamın gençliği o evde kaldı. Ne çok mutluluğa, ne çok hüzne tanıklık etti o ev.
Yaşanan her günün geride dönülemeyecek anlar bırakması ne kötü.
Zaman her şeyi öğütüyor.
Ben büyüdüm, o evden taşındık . Başka evlerde başka anılar yarattım yıllar boyunca. Ama her birinde benden bizden bir parça bıraktık taşınırken.
İlkinde doğdum, ikincisinde büyüdüm, üçüncüsünde evlendim, dördüncüsünde mutlulukla çoğaldım. Şimdi beşincisindeyim bahçesinde ağaçlarımızın kök saldığı, yollarında Eren’in kırmızı bisikletiyle gezip, odalarında Defne’min genç kızlık hayalleri kurduğu, bizim yavaş yavaş yaşlandığımız, onların hızla büyüdüğü hayatın nihayetsiz döngüsünü yaşıyoruz bu evde, bir devir teslim yaşanıyor aslında. Şimdi onların zamanı.
Kendine çook dikkat et, ruh ve beden borç defterine yazar ihmalleri biriktirmemek lazım hesabı.(Sülüman’nın ağzından mı çıktı bu cümle ne… :))
Seni çook seviyoruz mis kokulu, güzel teyzemiz… 24 Şubat 2011 11:46