İki günde bitirdim Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanını. İçinde: İstanbul, aşk, hayal kırıklıkları, hüzün olan çok güzel bir roman İçimizdeki Şeytan. Her zaman ki gibi altını çizdiğim satırlar oldu.
Kitabın baş karakterlerinden biri olan Ömer, hapiste geçirdiği zaman boyunca, kısa hayatının bir muhakemesini yapar ve içimizdeki şeytanı öyle güzel tanımlar ki…..
“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun ,salaklığımızın uydurması…. İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu…. İçimizde şeytan yok…. İçimizde aciz var…. Tembellik var….İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden dah korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiç bir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya luzüm görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.”