Benim Hayal Defterim

mutfak

mutfak

   Harika bir mutfak!    Evin geri kalanını çok merak ettim; ama fotoğrafın kaynağını bulamadım 🙁  Defne bu mutfağı çok beğendiğimi duysa ” Öf anneee hala Ayşegül kitaplarındasın” der valla. Yıllar önce evimizin pencerelerine ortasında kalp şeklinde delikler olan beyaz ahşap kepenkler yaptırmıştım.  Kepenkleri  takmaya gelen ustalara “Annem kendisini Ayşegül sanıyor” demiş. 🙂  Nasıl oldu da benim gibi sulugöz, romantik bir duygusaldan böyle realist bir çocuk oldu? Oysa hayalperestliğin, duygusallığın faydaları saymakla bitmez 🙂 Örneğin; hiç bitmeyen bir iyimserlik hali gibi…

   Son İstanbul seyahatimizde Beyoğlu Yapı Kredi yayınlarından Ayşegül serisinin elimde olmayanlarını tamamladım.  Ayşegül kitapları artık eskisi gibi değil. Mercel Marlier’in ölümünden sonra kitapların illustrasyonuna bir süre oğlu devam etmiş ki bu  kesinlikle fark ediliyor. Bir de yeni moda el yazısı zorunluluğu Ayşegül kitaplarına da yansımış. Kısaca elimdeki eskiler şimdi daha da değerli. Ne zaman moralim bozuk olsa, bir Ayşegül kitabı iyi gelir bana. Stendhal Sendromu 🙂 Hiç abartılı bir tanımlama değil. O kadar hayranım ki Marlier’in yeteneğine, evin her yeri Ayşegül eskizleriyle dolu. Yıllar boyunca çok geliştirdim Ayşegül çizme yeteneğimi 🙂

sonbahar

   Yeniden sonbahar.

   Yine yapraklar düşecek. Ben, ne zaman dans ederek etrafta dolaşan sararmış bir çınar yaprağı görsem;  Eren’in minicik elleri avucumun içinde, üzgün bir ifadeyle yüzüme bakıp, “ anne yapraklar neden yerinde kalmıyor? Onlar da ölüyorlar mı?” diye sorduğu o günü hatırlayacağım.

   Bütün yeşiller soluk bir sarıya bürünecek. Güne geveze kuşların cıvıltıları yerine, kepenklerin arasından geçen rüzgârın kızgın uğultusuyla uyanacağız. Güneş davetsiz bir misafir gibi sabah erkenden dolmayacak odamıza;  uzunca bir süre mesafeli bir ilişki olacak aramızda.

   Evimizin çatısındaki olukta yaşayan cıvıltılı aile, kışı bizimle gerçirmeye dayanacak mı  yoksa en baştan sürüye uyup kanat mı çırpacak  uzaklara?

   Göç yolu üzerinde evimiz. Bir iki aya kalmaz, karşıdaki evlerin çatıları yüzlerce kuşla dolacak: Guguk kuşları, serçeler, sığırcıklar, kırlangıçlar… Biraz dinlenip yola devam edecekler. Ben, bahçede dalmış bir şeylerle uğraşırken,  derinden gelen kanat sesleriyle şaşırıp kaldırıcağım kafamı göğe… İçimde çocukluktan kalma bir sevinçle “Yine gelin!” diye bağıracağım arkalarından binlerce kuşun.

   Çocukken göç sürülerini gördüğümde “anne kuşlar okuldan çıkmış ya da kuşların sineması dağılmış” deyişimi hatırlatacak annem o sırada yanımdaysa. Hava daha erken kararacak. Piyanonun tuşlarından yayılan melodiyle çılgınca yarışıp, beni kızdıran ağustos böcekleri susacaklar bir dahaki yaza kadar. Uzun yaz geceleri, yerini kısa kış gecelerine bırakacak. Bahçemiz, artık yılbaşı geçtiği için fişini çekip ışıklarını söndürdüğümüz, yeni yıl ağacımız gibi olacak bir dahaki bahara kadar.

   Artık bahçedeki ceviz ağacının kaç santim büyüdüğünden çok, Eren’in ödevlerindeki “Ali’nin boyu Mehmet’in boyundan 20 cm uzunsa…” diye başlayan problemlerin hesabını yapacağız beraber. Zorunluluklar düzenleyecek yaşantımızı; yeniden bahar, yaz olana kadar. Yatma saatleri, kılık kıyafet, boş zaman meşgaleleri hep belli kurala göre yapılacak.

   Önceleri yazın neşesi, sesleri, renkleri ve ışıltısından sonra hayat biraz siyah beyaz, biraz soğuk gelecek; ama zamanla buna da alışıp kışın neşesini bulup çıkaracağız diplerden, köşelerden yeniden. Tıpkı kazakları, hırkaları çıkardığımızda kaldırdığımız köşelerden unuttuğumuz bir kazak ya da hırkayı görünce sevindiğimiz gibi, şömineyi yakınca da sevineceğiz “bunu özlemişiz” deyip hayallere dalacağız alevlerin karşısında. Daha fazla beraber olacağım çocuklarımla.

    Eren uyumadan önce birbirimize kitap okumaya başlayacağız yeniden. Kuş sesi çıkarmaya, kuzu gibi meeeeelemeye kitaplardaki karakterleri oynamaya başlayacağım eskisi gibi. Hayallerimizi anlatacağız birbirimize. Sokakta, bisiklet üzerinde yorgun düşüp iki laf edemeden uyuduğu için bütün yaz hasret kaldığım oğluma kavuşucağım yeniden. Defne, akşam oldumu okulda ne olup bittiyse anlatacak bana. Ben tıpkı annemin beni dinlediği gibi sabırla dinleyeceğim onu. Arada bir kendimi tutamayıp “bizim zamanımızda…” diye başlayacağım o da “anne sizin zamanınız geçti” diye tıkayacak lafı ağzıma, gülüşüceğiz beraber.

   Gece, çatıya vuran yağmur damlalarının sesiyle kimbilir kaç kere uyanacağım uykumdan. Sonra kış gelecek, çocukluğumdan beri yılbaşı gecesi kar yağsın diye ettiğim duayı bir tek kelimesini bile değiştirmeden tekrarlayacağım yine. Kar her yere bembeyaz bir örtü gibi serildiğinde, -bir kış bebeği olmamdan mıdır nedir- mutluluktan içim pır pır edecek. Elimizde sıcacık tarçınlı bir salep, camdan seyredeceğiz usul usul yağan karı.  Sonra karın üzerindeki ayak izlerinin hangi hayvana ait olduğunu tartışacağız günlerce.

   Bir süre sonra bu defa da kıştan, soğuktan sıkılıp “yaz gelse artık” demeye başlayacağız. Çocuklar okul tatil olsun diye, biz postadan çıkan sarı zarftaki tohumları ekelim diye, baharı, yazı iple çekeceğiz. Yeni umutlarla hayat yeniden yeşerecek. Birbiri ardına kovaladığımız mevsimler gelip geçerken, hayatında geçip gitmekte olduğunu fark edip yavaşlatmaya çalışacağız zamanı; ama mevsimler yenilenirken duyduğumuz heyecan bastıracak takvimden eksilen günlerin, yılların hüznünü. Hayat yılların, mevsimlerin, ayların, günlerin ardı sıra akıp gidecek.

Elvan

BAYRAM TATİLİ

aspen river house by dj

    Romantik bayram tatili hayalim…

   Öyle ormanda yürüyüş yapmak gibi bir hayalim yok 🙂 Hayalim: Camın önünde elimde sıcak bir içecek, kıvırıp ayaklarımı rahat bir koltukta saatlerce seyretmek manzarayı. Çocuklar sakin :), şöninenin çıtırtısı, evin içinde tarçınlı portakallı bir koku, fonda kısık sesli piyanoda Nocturne  http://www.youtube.com/watch?v=x18Wxs9Ph64      Televizyon, telefon yok. Yemeklerin tamamı anne yemekleri, sadece sıcak çikolata soslu browniyi ekleyebilirim.

   Gerçek bayram tatili planım hiçte böyle değil 🙁 Yine hüzünlü bir İstanbul yolculuğu… Hüzünlü kısmı atlattıktan sonra bolca dinlenmem, enerji depolamam lazım. Zira dönüşte nefes almaya bile vakit bulamayacağım yeni bir sayfa açılacak hayatımda. Bu zor ama keyifli olacağını düşündüğüm yeni sayfayı, uzun uzun anlatacağım en kısa zamanda.

  Hepimize iyi bayramlar 🙂

 

TAM BUĞDAY EKMEĞİ

DSC_6905

   Çocukluğumun akvaryumundaki balıklara benzedim son haftalarda. Küçüktüm, balıklara her gün aynı yemi verdikçe ağabeyim, onlar için üzülür, annemin muhteşem krem karamelini ya da çikolatalı kekini yiyemedikleri için dertlenirdim. Çocukluk işte…

   Neredeyse her öğün üzerine labne ve erik reçeli sürülmüş tam buğdaylı, pekmezli ekmek ve bir bardak çayla beslenen bizim evin balığıyım son haftalarda 🙂 Erik reçeli kahvaltı soframın olmazsa olmazıydı bir de ev yapımı ekmeğin lezzeti eklenince harika bir ikili oldular. Aslında labne yerine tereyağını tercih etsem de çaresiz katlanıyorum labnenin düşük kalorili tadına 🙂

   İçinde pekmez, süt, tereyağı ve tam buğday unu olan harika bir kahvaltı ekmeği… Bazen uydurma tarifler çok daha güzel oluyor 🙂 Tarifini yazabilmem için her şeyi ölçmem lazım, önümüzdeki hafta…   

DSC_6903

NİCE YILLARA…

Bir çocukluk anıma dokundum dün. Umulmadık bir buluşma… Bir bir hatırladığım tatlar…

Defne’min doğum günü…

Yeni bir sayfanın bir adadaki ilk günü…

Büyük umutlar peşinde yorucu bir gün…

Bu kadar iyi insan bir araya geldi, tesadüfler belki tesadüf değil.  Karar vermek için bir kaç işarete ihtiyacım var; bunca işaret yetmiyormuş gibi 🙂

an apple a day keeps the doctor away :)

DSC_6739

Resim gibi elmalardan, resim gibi kareler yaratmak zor olmuyor. 🙂 Yine de ustamın fikrini almam lazım; zira her eleştiride yeni bir şey öğreniyorum.  

DSC_6749

Elmalar belki hayallerimizin ismi olacak.

DSC_6740

Elif’in elmalı payları, tadan herkesin tatlı düşlerinin baş kahramanı olacak 🙂

DSC_6751

 Bir de elma marmelatları var ki…

ANJELİKA ERİK REÇELİ

DSC_6890

   Bu yaz,  neredeyse bütün yaz meyvelerinden reçel yaptım.  Killerimin rafları reçel kavanozlarıyla doldu 🙂 Anjelika eriği daha önce yapmıştım; ama kavanozu düşüp kırıldı 🙁 

   Marketten tam 1600 gr anjelika erik aldım. Uzun uzun yıkadım.  Ortadan ikiye bölüp çekirdeklerini çıkardım. Erikleri reçeli pişireceğim büyükçe bir tencereye aldım, üzerlerine  675 gr toz şeker koydum ve tencerenin kapağını kapattım.  Güzel bir akşam uykusu çekmeleri için buzdolabına kaldırdım.  Sabah  ocağa koydum ve kaynatmaya başladım.  15. dakikada yarım limonun suyunu ekledim.  Arada bir karıştırarak fazla köpük olmasını engelledim.  Kesinlikle köpük ayıklama işlemi yapmadım. Toplam kaynama ya da pişme süresi 45 dakika. Hepsi bu kadar.

   Şu renge bir bakın ! Reçel öyle çekiciydi ki hemen tam buğday unundan bir ekmek pişirdim. Sıcak mis kokulu bir ekmek, kremamsı bir tereyağı, erik reçeli ve sıcacık bir bardak çay… Üstelik dışarda hava kapalı, yağmur yağdı yağacak.

DSC_6891

 ♥ ♥ ♥ ♥……♥

marmelat

DSC_6870

   Benim reçel tutkunu annem, yaz gelince  bütün yazı reçel yaparak geçirir. Çeşit çeşit reçeller…. Kayısı ve çilek reçeli çok çok güzel olur; İncir reçeli yemyeşil, gül reçeli mis kokulu…

   Ben de iki senedir türlü meyvelerden reçel denemeleri yapıyorum. Elimde nefis tarifler varken neyi deniyorum ? Az şekerli konserve reçel deniyorum. Yazın başından beri üç değişik erik türü, kayısı ve şeftali ile reçel ve marmelat konserveleri yaptım. Bir kavonozu açtığımda en fazla 2-3 haftada bozulmadan tüketiliyor. Üstelik hem daha sağlıklı, hem de daha hafif.  Az şeker ve az pişmiş meyveler…

   Geçen hafta sonu marketten tam 1100 gr İtalyan eriği aldım. Erikleri iyice yıkayıp çekirdeklerini çıkardıktan sonra, hiç su koymadan küçük bir tencerede, mum gibi kısık ateşte, kendi buharında yumuşayıncaya kadar pişirdim. Parçalayıcı el blenderi ile erikleri püre haline getirdim.  300 gr toz şeker ekleyip kaynatmaya başladım. Kaynamaya başladıktan 10 dakika sonra 1 tatlı kaşığı limon suyu ilave ettim. Yaklaşık pişme süresi 25-30 dakika.  Bu arada bol kaynar su içinde kullanacağım kavonozları iyice kaynattım.   Kavanozları bir maşa yardımı ile  kaynar sudan çıkardım. Marmelatı, pişer pişmez  200 ml’lik 3 kavonoza böldüm. Kapaklarını kapattım ama çok sıkmadım hemen ters çevirdim. Kavonozların  içinde kalan hava çıktı.  Yaklaşık 1 saat sonra çevirdim ve kiler rafıma dizdim. Bu kadar az şekere, bu kadar az kaynamaya rağmen gayet kıvamlı oldu. Anlaşılan erik bol pektinli bir meyve.

  Elma marmelatı hepsinden güzel oldu 🙂

Farklılıklar

   Farkında olmadan büyüdüğüm  farklılıklarımızın farkına varmamız için neden bu kadar uğraşıyorlar?

   İhanet bu!

   Müslüman bir ailede büyüdüm ben.  Babam, gençlik yıllarında annemin  hazırladığı, etrafını dostların, akrabaların çevirdiği  keyifli sofralarda  rakısını içer; kimseleri incitmeden, kimseleri rahatsız etmeden ancak fonda çalan bir Türk sanat müziği şarkısına eşlik edecek kadar keyiflenirdi. Hala kullağımdadır yumuşak güzel sesi. Babam o yıllardada Müslümandı bugün de Müslüman. Tek fark, bugün dinin gereklerini tam olarak yerine getiriyor olması.  Doğrusu farklı yönlerden bakıldığında, ailemin  tanıdığım pek çok dindardan daha makbul birer Müslüman olduklarını düşünürüm her zaman.

   Çoğunluğu Müslüman olan ailemin içinde, farklı meshepten olan bir kaç  aile büyüğü vardı; belki bunu duymuş ve unutmuştum. Onlar vefat edip, defnedilinceye kadar da yeniden hatırlamamıştım. İstanbul’da defnedildikleri mezarlığa gidince tekrar hatırladım. Farklı mezheple kalsa iyi, farklı dinler var ailemde.  Baha’i dininin   mütevazi  eski Milli Ruhani Mahfil üyesi ve dış ilişkiler direktörü…Şimdilerde her hangi bir üyesi olduğunu söyleyen kuzenim, abim; ODTÜ yıllarımın unutulmaz anılarından biri. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı olduğunda ben çoktan mezun olduğum için üzülmüştüm. 🙂   Ölümünün üzerinden onca yıl geçmesine rağmen ne zaman adı geçse, insanların yüzlerinde beliren sevgi dolu ışıltıyı gördüğümde  “O benim eniştemdi” demekle gurur duyduğum Baha’i eniştem, teyzem ve onların çocukları.  Gerektiğinde Müslüman geleneklerine de, Baha’i gelenekleri de uymaktan çekinmeyecek kadar her dine saygılı kız kuzenlerim…  Yine farklı bir dine mensup kuzenlerim, kuzen çocuklarım.
  Ailemde bir  alevi kızı: “canımın canı”

   Geniş ailemizde farklı ülkelerden gelinler, damatlar..Şimdi hepimiz farklı ülkelere, farklı şehirlere dağıldık ama ne zaman bir araya gelsek, kültürel farklılıklarımızın yarattığı müthiş renkli soframızdan yükselen kahkahaların tatlı sesi yayılır her yere.

   Neden bütün bu farklılıklar hiç sorun olmadı?

   Kimsenin kimseye kendi inançlarını empoze etmeye çalışmadığı, birbirimizin birbirinden farklı geleneklerine saygı duyduğumuz bir aile kültürü oluşturan büyüklerin marifeti galiba bu çeşitlilik içindeki uyum.

   Ailemin dışına çıkacak olursam, orada da çok sevdiğim renkli kültürel farklılıklar var. En sevdiğim arkadaşım; dürüstlüğünden, sadakatinden hiç şüphe duymadığım insanlardan biri… Yeşil gözlü, kocaman yürekli bir Alevi kızı.

   İlk iş deneyimim ve Ermeni  patronum…  Hayatın tadını çıkarmayı seven, tatlı bir adam; komplekssiz, eğlenceli, komik. Ermeni bir arkadaş…. Derinden sevdiğim, hilafsız dünyanın en iyi insanlarından biri. ÇOK KOMİK

   Bir sürü Kürt kökenli arkadaş, komşu, ahbap…

   Süryani komşular…

   İstanbul’da Rumlarla, Ermenilerle, Musevilerle aynı mahallede  el ele, kol kola büyümüş, 6-7 Eylül olaylarının en canlı tanıklarından biri ve bu olay sonrasında Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan gayri müslüm komşuları, dostları için hala üzülen  Müslüman babam. Madam teyzeden paskalya yumurtası boyamayı öğrenmiş, çocukluğumuzda her yılbaşın çam ağacı süsleyen, büyük bir şehrin caddesine din bilgini dedesinin adı verilmiş  müslüman bir ailenin kızı annem.

   Ne renkli bir hayat!  Farklılıkların yarattığı müthiş bir harmoni. Kimsenin bir diğerine bir şeyler empoze etmeye çalışmadığı,  hiç bir zorlamanın olmadığı, farklılıkların zenginleştirdiği bir yaşam.

   Son yıllarda birileri farklılıklarımız üzerinden yeni dünyalar yaratmaya heveslendiler.

   Mezhep ya da etnik farklılıklarımız üzerinden ayrıştırmaya çalışıyorlar bizi. Bu da yetmiyor üzerinde “bizden” ya da “bizden değil” yazan etiketler yapıştırıyorlar üzerimize. Farklılıklarımızın bir renk değil, bir kavga sebebi olması için uğraşıyorlar.

   Ben kendi payıma düşeni yapacağım. Hayatımdaki bütün farklılıklara sıkı sıkı sarılacağım. İnsana, sadece yüreğine ve vicdanına  bakarak değer biçeceğim. Çocuklarıma önce insan olmayı, sonra Müslümanlığı öğreteceğim.

 

BAKLALI PİLAV

DSC_6880

   En sevdiğim pilav! İran mutfağının nefis bir tarifi. Yıllar boyunca çok nadir gördüğüm ama çok sevdiğimiz İran’lı bir arkadaşımızın Reza’nın tarifi baklalı pilav. Klasik başarılı insan profili; merakları hobileri olan…   Reza, Becton Dickinson’un Business manager’i. Yemek yapmak, en azından kendi mutfağına  has yemekleri yapmak onun hobisi bence.  Pilavı öyle bir tarif etti ki…. Bir ritüel gerçekleştiriyormuş gibi hissettim yaparken 🙂

   Bu tarifi Reza’dan aldım; ama aslında ben bildim bileli bu pilav bizim ailede çok sevilir. İran mutfağı bana göre olağan üstü lezzetli. Annemin hiç tanımadığı İran’lı dedesinden kalan tek kültürel miras yemekler olmuş. Çok değişik kültürlerin harmanlandığı ailemizde,  Fars kültürünün de bir etkisi var.

      Reza, uzun uzun tarif etti pilavın yapılışını. İstanbul’dan kargoyla, ayıklanıp dondurulmuş iç bakla yolladı. Eşim, Bangkok’tan basmati pirinç getirdi. Ben de pilavı pişirdim 🙂

   Tamam Basmati gibi olmaz ama büyük marketlerde satılan jasmin pirinci de işe yarar. Ben tam 500 gr pirinç kullandım. Suyu berraklaşana  kadar defalarca yıkadım. yaklaşık 2-3 litre  kaynar tuzlu su (1 dolu tatlı kaşığı) içinde pirinci ve  200-250 gr kadar ayıklanmış iç baklayı,  prinçler  al dente olana kadar kaynattım. Makarna pişirirken kullandığımız al dente terimi bence basmati pirinç için de geçerli. Pirincin, haşlama işleminden sonra yaklaşık bir yarım saat daha pişeceğini hatırlatayım. Pirinci süzdükten sonra soğuk suyun altından geçirdim. Süzgeçten süzülen suyun yaklaşık 4-5 çorba kaşığı kadarını pilavı pişireceğim tencerenin dibine akıttım. 2 yemek kaşığı rafine zeytin yağı ilave ettim. Bu arada pirinci,  ince doğranmış küçük bir demet dereotu ile  harmanladım. Tencereye aldım. Kapağını tam kapatmadan orta hararetli bir ocakta 3-4 dakika tuttum. Buharlanmaya başlayınca önceden erittiğim 150 gr tereyağını delikli bir kepçe ile pilavın üzerine yağmur gibi yağdırdım 🙂  Böylece yağ her yere eşit dağıldı. Ocağı mum gibi kısıp, tencerenin ağzını temiz bir mutfak havlusuyla kapatıp, üzerine sıkıca kapağını kapattım. Toplam pişirme süresini 30 dakikaya tamamladım. Tencerenin dibine koyduğum sıvı yağ, pilavın dibinin börek gibi kızarmasına neden oldu. Sonuç muhteşemdi. Kokusu olağan üstü, lezzeti dolu doluydu.

Teşekkür ederim Reza.

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.