Kış geldi, yine elimi eteğimi çektim hayattan. Bu yıl ilkokul 4. sınıfı okuyorum. Arada bir lise 2’ye de gittiğim de oluyor. Önümüzdeki Pazartesi lise 2. sınıf ingilizce sınavım var :)) Kitapçılar yine mabedim: okuyamaya fırsat bulamadığım ama durmadan aldığım romanlar, yardımcı ders kitapları….. Rüyalarım bile benim değil; kâh kafa tutuyorum 4. sınıf ingilizce öğretmenine niye 99 ‘u 100 yapıvermedin diye, kâh yeni flörtüne takılıp beni yalnız bırakan arkadaşıma söyleniyorum: ” “yalnızlık uğruna her şeyi terkettiğin bir aşkın sonu” Lise bölümünün boş koridorlarında geziniyorum tek başıma. Bu benim olmayan rüyaların tek güzel tarafı fonda hep bir müzik olması. Gençliğin rüyası bile müzikal gibi :)) İşin garibi şarkılarım bile benim değil. Son günlerde dilimden düşmeyen, rüyalarımın şarkısı “lucky” Defne’den aşırma. Utanmasam bir Jason Mraz posteri asacak yer arıyacağım odamın duvarlarında.
Bir küçüğüm bir büyüğüm, bir yerdeyim, bir gökteyim, bir aşığım, bir yastayım,bir ergenim, bir yeni yetmeyim….
Hayat iki farklı dünyanın peşine taktı beni, koşturuyor. Bazen “sağlıklı hayattan bıktım” deyip, bir çikolata şeker için ağlayan oğlumu haklı bulup, bir markette alıyorum soluğu, bazen kuralları delmeye bayılan genç kızımı mazur göstermek için okula koşuyorum. İsyanlar, çılgınlıklar, aşklar, masallar, satırlar arasında geçiyor ömrüm. Kaç kişilik bir hayat yaşıyorum? Ben bu hayatın ne kadarında varım? Şu anneliğin bir yeterlilik sınavı var mı? Daha çok mu çalışmam lazım yoksa bu kadarı yeter mi? Hiç bitmeyen bir Bungee Jumping atlayışı gibi hayatım; önce müthiş keyifli bir süzülüş sonra ipin bittiği yerde hızlı ve ani bir silkeleniş.
“Yoruldum artık” diye isyan ettiğim anlarda, sanki gizli bir el susturuyor beni. Birisi kulağıma fısıldıyor “bu gün şikayet ettiğin ne varsa bir gün özleyeceksin”