New Orleans… 15 yıl önce balayı yaptığım otelde bu kez çocuklarımla bal gibi bir beş gün geçirdim. Ne kadar çabuk geçmiş yıllar. O kadar dün gibiydi ki anılar şaşırdım. Mississipi nehrinde gezerken 15 yıl önce nehir kenarında oturup hayatımda ilk kez bu kadar uzun ayrıldığım aileme mektup yazdığım bankı gördüm. Bu kez uzaktan baktım özlem dolu kıza yanımda sevdiklerim…
Her yerde müzik… hava alanının adı Louis Armstrong daha sı varmı? Sokaklarda step dansı yapan zenci çocuklar. Bourbon street. Sabaha kadar uyumayan insanlar ve hiç susmayan müzik. Tatil şehri New Orleans. Sıcak havası, sabaha kadar süren eğlence, mor yeşil Mardi Gras kolyeleri,gecenin kokusunu silmek için erkenden yıkadıkları sokaklardaki limonlu ağır koku ve rutubetli sessiz sabahlar… Katrina kasırgasının izleri kalmamış gibi sadece nehir kenarında bir iki yıkıntı gördüm. Özellikle New Orleans’ın kalbi French Quarter 300 yıla yakın tarihini hâlâ dantel balkonlarında yaşatıyor.
New Orleans seyahati Cafe Du Monde ‘a uğrayıp cafe au lait içip benye(beignet) yemezseniz asla tam olmaz. French Market’de 1862 de kurulmuş Cafe Du Monde. New Orleans’ın ın en eski kahve dükkanı. Cafe au lait ve benyesi (beignet) çok meşhur.
Benye…. her gün bıkmadan bir tabak yerim. Bir kolaylık yapmışlar benye sevenlere, büyük alış veriş merkezlerinin içine de küçük birer Cafe Du Monde açmışlar. Ehh durum böyle olunca her fırsatta benye yemek kaçınılmaz oluyor. Ben de aynen böyle yaptım. Tadı damağımda bu kadar tazeyken bu hafta sonu bizim mutfaktan benye çıkar:)) New Orleans tatili benim için gastronomik bir tatil oldu.
Bol ödüllü meşhur İtalyan şef Duke LoCicero’nun restoranı Cafe Giovanni’de iki soprano ve bir tenor’un seslendirdiği Napoliten şarkılar eşliğinde güzel bir akşam yemeği, tadı hatıralarıma kazınan kızarmış yeşil domatesler, gümüş bir şamdanda tüten mumları üfleyerek kutladığımız 15. evlilik yıldönümümüz, şefin hazırladığı ve tabağının kenarlarında Happy Anniversary yazan muhteşem tatlı, bir Bulgar Türkü olan güzel soprano, keyifle dinlediğim My Way ve bir de o gün bu gündür dilimden düşmeyen Santa Lucia.( Kışın Frank Sinatra’nın biyografisini – His way- okumuştum. Bir dönem kitabı niteliğindeydi aslında, benim çok hoşuma giden 50’li yıllar)
Son gece Bourbone House Seafood’da veda ettik New Orleans’a.
Bourbone House Seafood Amerika’nın en iyi ilk 10 Deniz ürünleri restorantları sıralamasında ilk beşe girmiş aslında bir istiridye bar insanlar buraya daha çok çiğ istiridye yemek için geliyorlar.
Tabii ki ben pişmişini yedim. Creme Brulee’si muhteşemdi.
Yorucu olacağını düşündüğüm bu kısa tatil hepimize iyi geldi. Eren Mardi Gras’dan kalan ışıltılı boncuk kolyeleri hiç düşürmedi elinden hele kolyelerin ne işe yaradığını öğrenince daha da eğlendi.
Şu tatiller ne unutulmaz anılar yaratır. Geride bıraktığımız günlerin ışığı hiç sönmez bu anılar yüzünden. En sevdiğim söz “Taşınırken kitaplarımız, ölürken seyahat anılarımız olmalı bol bol”