Benim Hayal Defterim

GECİKMİŞ BİR VEDA

   3 ay geçti. Ne zaman aklıma gelse soruyorum kendime: Nasıl olup bitti her şey bu kadar çabuk, neden hiç olmamış gibi devam ediyor hayat? Böyle zamanlarda aklıma hep sevdiğim bir arkadaşımın annesini kaybettiğinde  “Aylarca her sabah uyandığımda annem artık yok dedim.” deyişi geliyor. Sonra can arkadaşımın buz gibi olmuş bedenine son kez dokunduğum o sabahı, bana ait şeyleride beraberinde götürdüğü sabahı hatırlıyorum.  Yıllarca kendi kendime kızdım onu bu kadar çabuk unuttuğum için. 

   Hepsi de hayatın ortasına düşmüş bir ateş gibiydi. Kimimiz için çabucak sönüp giden bir ateş. 

    Son yıllarda öğrendiğim en önemli ders:  Ne hayaller, ne planlar, ne var olana sevinmek, ne yok diye üzülmek….

   Hayat bildiğini okuyor.

  Üç ay geçti. Hayatın yakında ondan geçip gideceğini biliyorduk; ama bu kadar çabuk olacağını hiç tahmin etmiyorduk.  Bahçede oturup uzaklara daldığı o günü hatırlıyorum.  Yanına gidip, daha önce aramızda  sözcüklere hiç dökülmemiş bir yakınlıkla , bir samimiyetle  içindeki yalnız çaresizliğe katılmak istedim.  Bir süre onu uzaktan seyrettim. Dakikalarca aynı yöne baktı durdu. Sonunda kalbimdeki kırıkların üzerine basa basa yürüyüp gittim yanına. Karşısına oturdum.  Yemyeşil gözlerinde hayallerinin ışığı sönmüştü. Ben gözyaşlarımı tutmak için deli gibi bir mücadele verirken, onun bu kadar sakin kalabilmesine şaşırmıştım.

   Birkaç hafta sonra yine bahçede otururken “ Sadece anne şefkatine ihtiyacım var; ama o da yok biliyorum.” dediğinde bu sefer bambaşka bir hisle  kırılıp döküldü içimde ne var ne yoksa. Hiç bu kadar Çaresiz hissetmemiştim daha önce. Aramızda geçen yılların soğukluğu,  onun yüzüne her baktığımda eridi gitti.

   “ Bu bana bir ders mi, neden ben, sebep ne?” diye sorduğunda “ Bak sebep iki parmağının arasında.” demiştim elindeki sigarayı işaret ederek. Anlamsız bir hiçlikte anlamını bulmaya çalışıyordu başına gelenin. Sonradan  çok düşündüm. Sebebi ne olabilirdiki bu kadar çaresiz kalmanın,  ya da neyin dersidir ki  yarınları sayılı günlere uyanmak.

   Garip bir isyan var içimde. Hayat böyle hiçbir şey olmamış gibi, sanki daha kısa bir süre önce birinin yolunu kesmemiş gibi nasıl hiç umursamadan devam ediyor.  Her şeyin bu kadar çabuk normale dönmesi ihanet değil mi? Yoksa böyle düşünmek  isyan mı?

   Şimdi tek bir yol kaldı geriye  sadece dua etmek.  Huzurlu bir aydınlık, mutlu bir seyir için.  

YENİ YIL DİLEĞİM

   Son günlerde çok ihmal ettim hayal defterimi. Sakın hayallerimden vazgeçtim sanmayın! Tam tersi hiç bu kadar düşmemiştim peşine 🙂 Aslında uzun yıllar hayalini kurduğumuz tarçın , portakal, vanilya kokulu dükkanımızı açmaya karar verdiğimizden  beri gündüzlerim koşturmayla nefessiz, geceler eksiklerin yanlışların hesabıyla uykusuz geçiyor. Az kaldı, çok az. Yeni yılda yeni umutlarım var 🙂  

tumblr

Dileklerim için bir mum yaktım. 🙂

  Yola beraber çıktıklarım,  yolda beni bekleyenler…. Mutlu, umutlu, neşeli, sağlıklı, bol kazançlı bir yıl olsun 2014!

Fotoğraflar: Tumblr

Barış’ın Fotoğrafı

   “Ne komik bir ağbim var yaa” dedim telefonu kapayınca.   Anneme bir tarif sormak için telefon etmiştim, telefonu bay gurme açtı ve  başladı anlatmaya – “incik pişireceksen haberin olsun kötü bir huyu vardır… Soğanlar bilmem kaçıncı dakikada karamelize olmaya başlar… Bol tereyağlı Trakya baldosu iyi gider…. “Nesin sen ya?” dedim.

   Türkiye’nin neresinde olursanız olun, açın telefon “ben şu şehre şu kadar kilometre mesafedeyim nerede yemek yiyebilirim?” diye sorun,  başlar tarife: 1-2 km ilerde bir benzinlik var oradan sağa dön……. Önce şaka yapıyor zannedersiniz; ama sonra tarife uyup dediği yeri elinizle koymuş gibi bulduğunuzda şaşar kalırsınız. Barış,  yemek için yaşayanlardan.

   Barış  eski bir gazeteci. Görmediği vatan toprağı kalmamış; dere tepe, kültür, din, mutfak demeden her şehrin tadına bakmış bir lezzet düşkünü.

   Barış, bir aslan. Her şeyi bilen bir ukala.

   Barış en yakın, en iyi kalpli, en merhametli  çocukluk arkadaşımdı, ben büyüdüm o  çocuk kaldı.  Bahçemde top oynarken ağaçların dallarını, gülleri kıran kocaman bir çocuk Barış!

   Bizim Peter Pan 🙂

   Barış bir sürü şey, ama en çok usta bir fotoğraf sanatçısı. Benim ustam 🙂

   Yeni Yüzyıl’da çalıştığı yıllarda çekmişti alttaki fotoğrafı. Ödüller aldı bu fotoğraf; ama bu fotoğrafı asıl unutulmaz yapan Rahmetli Savaş Ay’ın yazdığı haber şiir oldu.

fotoğraf

   Barış’ın fotoğrafı çıktı dün gazetede. Barış’ın gelmesini bekleyen Kürt kadının, koca memelerinden, artık iyice kocaman olmuş iki yavrusunu nafile yere emzirememesinin fotoğrafı. Gün gelir Barış’ın fotoğrafları barışı resmeder. Gün gelir analar yavrularını en güzel memelerinde en ak sütleriyle emzirir. Gün gelir çatlatır sert toprağını yeryüzünün boyverir dünyanın en güzel gülü “barış gülü” gün gelir.

Savaş Ay

   Aradan yıllar geçti Barış harika fotoğraflar çekti, ödüller aldı; ama hala barışın fotoğrafını çekemedi 🙁 

sonbahar

   Yeniden sonbahar.

   Yine yapraklar düşecek. Ben, ne zaman dans ederek etrafta dolaşan sararmış bir çınar yaprağı görsem;  Eren’in minicik elleri avucumun içinde, üzgün bir ifadeyle yüzüme bakıp, “ anne yapraklar neden yerinde kalmıyor? Onlar da ölüyorlar mı?” diye sorduğu o günü hatırlayacağım.

   Bütün yeşiller soluk bir sarıya bürünecek. Güne geveze kuşların cıvıltıları yerine, kepenklerin arasından geçen rüzgârın kızgın uğultusuyla uyanacağız. Güneş davetsiz bir misafir gibi sabah erkenden dolmayacak odamıza;  uzunca bir süre mesafeli bir ilişki olacak aramızda.

   Evimizin çatısındaki olukta yaşayan cıvıltılı aile, kışı bizimle gerçirmeye dayanacak mı  yoksa en baştan sürüye uyup kanat mı çırpacak  uzaklara?

   Göç yolu üzerinde evimiz. Bir iki aya kalmaz, karşıdaki evlerin çatıları yüzlerce kuşla dolacak: Guguk kuşları, serçeler, sığırcıklar, kırlangıçlar… Biraz dinlenip yola devam edecekler. Ben, bahçede dalmış bir şeylerle uğraşırken,  derinden gelen kanat sesleriyle şaşırıp kaldırıcağım kafamı göğe… İçimde çocukluktan kalma bir sevinçle “Yine gelin!” diye bağıracağım arkalarından binlerce kuşun.

   Çocukken göç sürülerini gördüğümde “anne kuşlar okuldan çıkmış ya da kuşların sineması dağılmış” deyişimi hatırlatacak annem o sırada yanımdaysa. Hava daha erken kararacak. Piyanonun tuşlarından yayılan melodiyle çılgınca yarışıp, beni kızdıran ağustos böcekleri susacaklar bir dahaki yaza kadar. Uzun yaz geceleri, yerini kısa kış gecelerine bırakacak. Bahçemiz, artık yılbaşı geçtiği için fişini çekip ışıklarını söndürdüğümüz, yeni yıl ağacımız gibi olacak bir dahaki bahara kadar.

   Artık bahçedeki ceviz ağacının kaç santim büyüdüğünden çok, Eren’in ödevlerindeki “Ali’nin boyu Mehmet’in boyundan 20 cm uzunsa…” diye başlayan problemlerin hesabını yapacağız beraber. Zorunluluklar düzenleyecek yaşantımızı; yeniden bahar, yaz olana kadar. Yatma saatleri, kılık kıyafet, boş zaman meşgaleleri hep belli kurala göre yapılacak.

   Önceleri yazın neşesi, sesleri, renkleri ve ışıltısından sonra hayat biraz siyah beyaz, biraz soğuk gelecek; ama zamanla buna da alışıp kışın neşesini bulup çıkaracağız diplerden, köşelerden yeniden. Tıpkı kazakları, hırkaları çıkardığımızda kaldırdığımız köşelerden unuttuğumuz bir kazak ya da hırkayı görünce sevindiğimiz gibi, şömineyi yakınca da sevineceğiz “bunu özlemişiz” deyip hayallere dalacağız alevlerin karşısında. Daha fazla beraber olacağım çocuklarımla.

    Eren uyumadan önce birbirimize kitap okumaya başlayacağız yeniden. Kuş sesi çıkarmaya, kuzu gibi meeeeelemeye kitaplardaki karakterleri oynamaya başlayacağım eskisi gibi. Hayallerimizi anlatacağız birbirimize. Sokakta, bisiklet üzerinde yorgun düşüp iki laf edemeden uyuduğu için bütün yaz hasret kaldığım oğluma kavuşucağım yeniden. Defne, akşam oldumu okulda ne olup bittiyse anlatacak bana. Ben tıpkı annemin beni dinlediği gibi sabırla dinleyeceğim onu. Arada bir kendimi tutamayıp “bizim zamanımızda…” diye başlayacağım o da “anne sizin zamanınız geçti” diye tıkayacak lafı ağzıma, gülüşüceğiz beraber.

   Gece, çatıya vuran yağmur damlalarının sesiyle kimbilir kaç kere uyanacağım uykumdan. Sonra kış gelecek, çocukluğumdan beri yılbaşı gecesi kar yağsın diye ettiğim duayı bir tek kelimesini bile değiştirmeden tekrarlayacağım yine. Kar her yere bembeyaz bir örtü gibi serildiğinde, -bir kış bebeği olmamdan mıdır nedir- mutluluktan içim pır pır edecek. Elimizde sıcacık tarçınlı bir salep, camdan seyredeceğiz usul usul yağan karı.  Sonra karın üzerindeki ayak izlerinin hangi hayvana ait olduğunu tartışacağız günlerce.

   Bir süre sonra bu defa da kıştan, soğuktan sıkılıp “yaz gelse artık” demeye başlayacağız. Çocuklar okul tatil olsun diye, biz postadan çıkan sarı zarftaki tohumları ekelim diye, baharı, yazı iple çekeceğiz. Yeni umutlarla hayat yeniden yeşerecek. Birbiri ardına kovaladığımız mevsimler gelip geçerken, hayatında geçip gitmekte olduğunu fark edip yavaşlatmaya çalışacağız zamanı; ama mevsimler yenilenirken duyduğumuz heyecan bastıracak takvimden eksilen günlerin, yılların hüznünü. Hayat yılların, mevsimlerin, ayların, günlerin ardı sıra akıp gidecek.

Elvan

BAYRAM TATİLİ

aspen river house by dj

    Romantik bayram tatili hayalim…

   Öyle ormanda yürüyüş yapmak gibi bir hayalim yok 🙂 Hayalim: Camın önünde elimde sıcak bir içecek, kıvırıp ayaklarımı rahat bir koltukta saatlerce seyretmek manzarayı. Çocuklar sakin :), şöninenin çıtırtısı, evin içinde tarçınlı portakallı bir koku, fonda kısık sesli piyanoda Nocturne  http://www.youtube.com/watch?v=x18Wxs9Ph64      Televizyon, telefon yok. Yemeklerin tamamı anne yemekleri, sadece sıcak çikolata soslu browniyi ekleyebilirim.

   Gerçek bayram tatili planım hiçte böyle değil 🙁 Yine hüzünlü bir İstanbul yolculuğu… Hüzünlü kısmı atlattıktan sonra bolca dinlenmem, enerji depolamam lazım. Zira dönüşte nefes almaya bile vakit bulamayacağım yeni bir sayfa açılacak hayatımda. Bu zor ama keyifli olacağını düşündüğüm yeni sayfayı, uzun uzun anlatacağım en kısa zamanda.

  Hepimize iyi bayramlar 🙂

 

NİCE YILLARA…

Bir çocukluk anıma dokundum dün. Umulmadık bir buluşma… Bir bir hatırladığım tatlar…

Defne’min doğum günü…

Yeni bir sayfanın bir adadaki ilk günü…

Büyük umutlar peşinde yorucu bir gün…

Bu kadar iyi insan bir araya geldi, tesadüfler belki tesadüf değil.  Karar vermek için bir kaç işarete ihtiyacım var; bunca işaret yetmiyormuş gibi 🙂

Farklılıklar

   Farkında olmadan büyüdüğüm  farklılıklarımızın farkına varmamız için neden bu kadar uğraşıyorlar?

   İhanet bu!

   Müslüman bir ailede büyüdüm ben.  Babam, gençlik yıllarında annemin  hazırladığı, etrafını dostların, akrabaların çevirdiği  keyifli sofralarda  rakısını içer; kimseleri incitmeden, kimseleri rahatsız etmeden ancak fonda çalan bir Türk sanat müziği şarkısına eşlik edecek kadar keyiflenirdi. Hala kullağımdadır yumuşak güzel sesi. Babam o yıllardada Müslümandı bugün de Müslüman. Tek fark, bugün dinin gereklerini tam olarak yerine getiriyor olması.  Doğrusu farklı yönlerden bakıldığında, ailemin  tanıdığım pek çok dindardan daha makbul birer Müslüman olduklarını düşünürüm her zaman.

   Çoğunluğu Müslüman olan ailemin içinde, farklı meshepten olan bir kaç  aile büyüğü vardı; belki bunu duymuş ve unutmuştum. Onlar vefat edip, defnedilinceye kadar da yeniden hatırlamamıştım. İstanbul’da defnedildikleri mezarlığa gidince tekrar hatırladım. Farklı mezheple kalsa iyi, farklı dinler var ailemde.  Baha’i dininin   mütevazi  eski Milli Ruhani Mahfil üyesi ve dış ilişkiler direktörü…Şimdilerde her hangi bir üyesi olduğunu söyleyen kuzenim, abim; ODTÜ yıllarımın unutulmaz anılarından biri. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı olduğunda ben çoktan mezun olduğum için üzülmüştüm. 🙂   Ölümünün üzerinden onca yıl geçmesine rağmen ne zaman adı geçse, insanların yüzlerinde beliren sevgi dolu ışıltıyı gördüğümde  “O benim eniştemdi” demekle gurur duyduğum Baha’i eniştem, teyzem ve onların çocukları.  Gerektiğinde Müslüman geleneklerine de, Baha’i gelenekleri de uymaktan çekinmeyecek kadar her dine saygılı kız kuzenlerim…  Yine farklı bir dine mensup kuzenlerim, kuzen çocuklarım.
  Ailemde bir  alevi kızı: “canımın canı”

   Geniş ailemizde farklı ülkelerden gelinler, damatlar..Şimdi hepimiz farklı ülkelere, farklı şehirlere dağıldık ama ne zaman bir araya gelsek, kültürel farklılıklarımızın yarattığı müthiş renkli soframızdan yükselen kahkahaların tatlı sesi yayılır her yere.

   Neden bütün bu farklılıklar hiç sorun olmadı?

   Kimsenin kimseye kendi inançlarını empoze etmeye çalışmadığı, birbirimizin birbirinden farklı geleneklerine saygı duyduğumuz bir aile kültürü oluşturan büyüklerin marifeti galiba bu çeşitlilik içindeki uyum.

   Ailemin dışına çıkacak olursam, orada da çok sevdiğim renkli kültürel farklılıklar var. En sevdiğim arkadaşım; dürüstlüğünden, sadakatinden hiç şüphe duymadığım insanlardan biri… Yeşil gözlü, kocaman yürekli bir Alevi kızı.

   İlk iş deneyimim ve Ermeni  patronum…  Hayatın tadını çıkarmayı seven, tatlı bir adam; komplekssiz, eğlenceli, komik. Ermeni bir arkadaş…. Derinden sevdiğim, hilafsız dünyanın en iyi insanlarından biri. ÇOK KOMİK

   Bir sürü Kürt kökenli arkadaş, komşu, ahbap…

   Süryani komşular…

   İstanbul’da Rumlarla, Ermenilerle, Musevilerle aynı mahallede  el ele, kol kola büyümüş, 6-7 Eylül olaylarının en canlı tanıklarından biri ve bu olay sonrasında Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan gayri müslüm komşuları, dostları için hala üzülen  Müslüman babam. Madam teyzeden paskalya yumurtası boyamayı öğrenmiş, çocukluğumuzda her yılbaşın çam ağacı süsleyen, büyük bir şehrin caddesine din bilgini dedesinin adı verilmiş  müslüman bir ailenin kızı annem.

   Ne renkli bir hayat!  Farklılıkların yarattığı müthiş bir harmoni. Kimsenin bir diğerine bir şeyler empoze etmeye çalışmadığı,  hiç bir zorlamanın olmadığı, farklılıkların zenginleştirdiği bir yaşam.

   Son yıllarda birileri farklılıklarımız üzerinden yeni dünyalar yaratmaya heveslendiler.

   Mezhep ya da etnik farklılıklarımız üzerinden ayrıştırmaya çalışıyorlar bizi. Bu da yetmiyor üzerinde “bizden” ya da “bizden değil” yazan etiketler yapıştırıyorlar üzerimize. Farklılıklarımızın bir renk değil, bir kavga sebebi olması için uğraşıyorlar.

   Ben kendi payıma düşeni yapacağım. Hayatımdaki bütün farklılıklara sıkı sıkı sarılacağım. İnsana, sadece yüreğine ve vicdanına  bakarak değer biçeceğim. Çocuklarıma önce insan olmayı, sonra Müslümanlığı öğreteceğim.

 

MAVİ

  Bu günlerde  bir başkasının hayatında,  yaşamın ne kadar değerli olduğunu yeniden düşünür oldum. Gözyaşlarımı zor tutuyorum gözümün pınarlarında. Yaralı bir kedi görsem yolun kenarında, sel olup akacak biriktirdiğim ne varsa. Hüzünlü bir Haziran geçti, şimdi  hüzünlü bir Temmuz geçiyor hayatımdan. Mantıklı biri derhal bu durumdan çıkmak için çareler arar ama  benim gibi duygusal bir “balık” dibine vurmadan bırakmaz hüznü. Ne yapar? Anıların sıcacık örtüsünün altında saklanmak ister. Geçmişin tatlı anılarında iyileştirmek ister bugünün yaralarını.  Geçmişe yolculuğun tek hüznü:  Geçmişin geçmişte kalmış olması 🙁  Oysa mutlu anlar var orada. “şimdi bulsam bir yerlerden dünyalar benim olur” dediğim,  kaybına üzüldüğüm küçük değerlerim var.  Bir zamanlar delice sevdiğim insanlar var.  Masallarım, hayallerim var.

  Yaraya sürülmüş alkol gibidir hüzünlü bir zamanda geçmişe yolculuk;  ilk anlarda  yarayı daha da acıtır ama sonunda tedavi eder öyle bırakır.  Böyle zamanlarda:

Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.

şiiri düşmez dilimden. Hiç bir şey sorulmasın benden isterim, haberim olmasın olup bitenden.

  İşte saklanmaya ihtiyacım olduğu  böyle bir anda, tavan arasında buldum kendimi. Affan dedeyi arıyordum galiba 🙂 çocukluğumu buldum  onun yerine eski bir bavulun içinde.  “Haksızlık bu!” dedim. Hayatımın bir dönemi, babamın hediyesi bir elişi kutusuna sığmış. Daha kutuyu açmadan, o hediyenin beni günlerce nasıl oyaladığını hatırladım. Kutuyu açtım.  İçinden  günlükler, mektuplar, şiirler, kurutulmuş çiçekler çıktı.

  Geleceğe yazılmış mektupları yine açamadım. Tavan arasından çıkıp, fersiz bir ışık eşliğinde geceler boyu okudum küçük bir kızın çarpık çurpuk yazısıyla yazdığı günlükleri.  Ağladım, güldüm… “Ne komik bir kızmış bu yaa” dediğim de oldu, kırılgan kalbine üzüldüğüm anlarda… O küçücük bedenin içinde ne fırtınalar kopmuş.  Günlüklerini okuduğum bu küçük romantik  kıza yıldızlar kadar uzağım şimdi. Kendi satırlarımda bir başkasının hayatını okudum sanki. 

Sahi, bir ömre  kaç hayat sığıyor?

 Hüznün rengi mavi miydi?

BU HÜRRİYET HAZİN ŞEY YILDIZLARIN ALTINDA

Hiç bu kadar uzun süre boş bırakmamıştım  hayal defterimi.  Zor günler geçip gidiyor hayatımızdan; fırtanalı, hüzünlü günler. Elim varmıyor bir şeyler yapmaya, bir şeyler yazmaya bu aralar.

Çatımızın altında bir hüzün, dışarda  öfkeli bir fırtına.  Suskun ve yorgun ruhumuz.

Haksızlık bu!

Ne güzel söylemiş Nazım:  “Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.”

BİZİM KÜÇÜK ÇAPULCULAR

  Ben zaten tanıyordum bu çapulcuları; bizim evde bunlardan iki tane var 🙂  İlkeleri, prensipleri olan, entelektüel düzeyleri yüksek ama herşeyden daha önemlisi haksızlığa asla teslim olmayan, adalet duyguları keskin çocuklar bunlar. Yıllardır neler çektim ben bu küçük çapulculardan. Yeri geldi terbiye ettiler beni: “anne olman bana böyle söyleme hakkını vermez sana” dediğinde 7 yaşındaydı Eren. “Haklısın” deyip odama çıktım.  Yeri geldi okulda uğradığı bir haksızlığa beraber direndik Defne’yle. Bir Nisan günü okulunu değiştirdiğimde Defne 9 yaşındaydı. Fark etmemiştim o yıllarda; meğer haksızlığa boyun eğmemesi gerektiği mesajını almış o fevri bahar gününde.

  Bizim çapulcular dünyadan bihaber olmasınlar diye çok çabaladık. Yaşadığımız her sevince, her hüzne ortak ettik onları.  Köşe yazıları da okuduk beraber,  meraklı sorularına da uzun cevaplar verdik. Arada yoklama yaptık neyi ne kadar biliyorlar türünden. Daha anlamayacak kadar küçük oldukları yaşlarda, harika masallarla anlattı babamız dünyadaki gelişmeleri onlara; ben bile merakla kulak kabarttım “Bir zamanlar Bill Clinton adında bir Amerikan başkanı varmış” diye başlayıp anlattığı tarihsel komik masallara. “Darağacında Üç Fidan” kitabını başucumda görüp “Anne bu ne demek?” diye sorduğu bir gece, uzun uzun anlatmıştım Defne’ye Deniz’i.  Eline hiç kimsenin kanı bulaşmamış,  “Biz şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için savaştık!” diyen bu gençlerin  kanına nasıl girildiğini anlatmıştım ona. Hatta  birlikte ağlamıştık.

  Kuralları her zaman  tatlı bir dille, bazen altını çizdiğimiz satırlarla anlattık onlara. Zamane çocukları, koşulsuz bir itaatin haksızlığa uğramış, bir açıklamadan bile yoksun bırakılmış kırgınlıklarını,  içinde biriktirerek büyüyen çocukları değiller. Onlar her kuralın arkasında mantıklı bir açıklama arıyorlar.   Kızgınlıkla söylediğimiz hiçbir şey hedefe ulaşamıyor.

  Mucizeler zaman alıyor. Meğer harika bir nesil büyümüş sessizce. Müthiş bir mizah anlayışları, olabildiğince kıvrak bir zekaları var. Teknoloji onların önünde çoktan dize gelmiş  ama hepsinden önemlisi bizim kuşağın yokluğunda kıvrandığı özgüven bu indigo çocuklarda  akla zarar bir seviyeye ulaşmış.

  Gurur duydum ben ülkemin çapulcularıyla. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak anladım. Kaybettiğim ümitlerim Gezi Park’ında yeniden yeşermeye başladı.

Zor tutuyorum evde çapulcuları 🙂

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.