Doğu kültürü ile Batı kültürünün elbet görgü kuralları da farklıdır ve bu farklardan biri, armağan sunup almak biçiminde kendini gösterir.
Batı kültüründe, mutlaka paketlenmiş, tercihen de güzel bir ambalaj içinde sunulması gereken armağan, getirenin önünde açılır. Eğer yiyecek, içecek türünden bir hediye ise getirene de diğer konuklara da ziyaret sırasında ikram edilir. Özel bir eşyaysa beğendikten ya da beğenmiş gibi yaptıktan sonra teşekkür edilir ki, zahmet edip alan, sevindirdiğini görsün… Bu görgü kuralının elbette bir riski vardır. Daha güzel bir armağan getirene daha içten teşekkür edilmesi ya da beğenilmiş gibi yapılan armağanın pek de beğenilmediğinin belli olması. Ama ikramla kabul arasında, armağan hoşa gitse de gitmese de doğrudan, dürüst bir ilişki vardır.
Doğu görgüsünde, ambalajın çok da önemi yoktur. Açıkta sunulan armağana heyecanlanmak, getirenin önünde sevinmek, ayıptır. Zaten önemsizmiş gibi bakılmadan bir köşeye konur. Bazen naylon poşet içinde verilen özensiz armağan paketi ise getirenin önünde açılmaz. İster bir kutu lokum olsun, ister bir şişe içecek, servis yapılıp getirenle paylaşılmaz. Keza kişisel hediyelere de veren gittikten sonra ne getirmiş diye bakılır. Hoşa gidecek bir armağan aramak, bulmak ve almak çabasını gösteren konuk, sonucun zahmetine değip değmediğini, göze girip girmediğini asla bilemeyecektir. Ama arkasından, iyi ya da kötü bol bol konuşulacaktır.
Mine Kırıkkanat’ın 28.08.2013 Cumhuriyet
Yazıyı okuyunca ” annem yaaa” dedim. Anne öğretilerimizden birisi bu hediye işi. “Hediye alıp verme insanın görgüsünü gösteren en önemli şeylerden biri” der annem. Galiba bu hediye işinde de empati önemli kavram. Almış olmak için almak, evdeki bir şeyi paketleme zahmetine bile katlanmadan birine hediye vermek, hatta evdeki bir eşyaya etiket yapıştırıp, yeniymiş gibi paketleyip vermek bana korkunç geliyor. Hiç vermemek sadece düşüncesiz olduğunuz sonucu yaratır; ama bu şekilde hediye vermek karşınızdakine bir sürü mesaj veriyor olabilir. Hediye önemli bir ifade şekli aslında…