Benim Hayal Defterim

Ayşegül

Ayşegül kitapları çocukluk günlerimin en güzel anılarından. Ayşegül Küçük Anne, Ayşegül Bebek Bakıcısı, Ayşegül Ormanda, Ayşegül Resim Dersinde ve daha onlarcası. Bir süre önce internette gezinirken Ayşegül’ün tavan arasında bulduğu eski giysilerle kıyafet balosu yaptığı kitabın resimlerine rastladım. Resimlere bakarken o kitabı okuduğum güne geri gittim zamanda yolculuk :)) bu gün için her hangi bir tanımlama bulmakta zorlandığım tamamen o günlere ait bir duyguydu sanırım  yaşadığım , sonsuz bir mutluluk gibiydi. O günden sonra araştırmaya başladım kitapları.

Marcel Marlier’in scetchbook’unu bulabilirmiyim diye  çok aradım bir kaç eskiz buldum ve birebir aynılarını çizebilmek için uğraştım. Facebook’ta fun siteleri olduğunu gördüm. Orjinal adı Martine olan Ayşegül kitaplarının sadece bizim için değil bütün dünya çocuklarının sevdiği kitaplar arasında 1. sırada yer aldığını okumak hiç şaşırtmadı beni. Tabbi bu arada Gilbert Delahaye’yide unutmamak lazım. Marcel Marlier’in muhteşem resimlemesi ve Gilbert Delahaye’nin çocuklara insan, doğa ve hayvan sevgisini öğreten öyküleriyle hepimiz için unutulmaz çocukluk anıları oluşturdu Ayşegül kitapları.

Hiç değilse bir tanesi saklamış olmayı çok isterdim. Benim okuduğum, başucumdan ayırmadığım bir tanesini.

Marcel Marlier 1954 yılında başlamış Ayşegül serisini resimlemeye.  50 öykü başılmış, sayısız dile çevrilmiş. İlk kitap Ayşegül Çiftlikte büyük ilgi görmüş. Casterman yayın evi kazandırmış Ayşegül’ü bizim dünyamıza.

Gilbert Delehaye 1997 yılında hayata veda edince uzunca  süre öyküleri çizer Marcel Marlier’in oğlu Jean- louis yazmış. Tam dört kuşak Ayşegül’le büyümüş. 32 ülkede yayınlanmış Martine serisi. Her ülkede farklı bir ismi olmuş Belçika’lı Martine’in İtalya’da Christina, Almanya’da Steffi, İngiltere’de Mary, Amerika’da Debbie, portekiz’de Anita,

18 Ocak 2011’de Marcel Marlier’de hayata veda edince Ayşegül’ün uzun yolculuğu sona ermiş. Ayşegül şimdi çok üzgün:( tabii ben de.

 

LÜTFEN KALBİMİ KIRMA çünkü içinde sen varsın

Ali Ulurasba’nın yeni çıkan kitabının adı LÜTFEN KALBİMİ KIRMA çünkü içinde sen varsın

Hani bazen anlatmak istediğiniz onca şeyi birisi sizin için anlatıvermiştir  sanki. Öyle cümleler yaratmıştırki “daha iyi anlatılamazdı” dersiniz. İlk iki bölümden altını çizdiklerim:

Balzac, “Dünyada hiçbir şey mutsuzluk kadar mükemmel değildir!” der ve ekler ” Bütün mutsuzluklar kardeştir ve aynı dili konuşurlar!”

Aslına bakarsanız, ne yaşadığımız hayattır bizi inciten ne de bir başkası. Mutluluk da  mutsuzluk da, yani incindiğimiz veya incinmeden yolumuza devam edişimiz vakit almış bir sürecin eseridir. Bizim eserimizdir yani mükemmel mutsuzluk.

Herkes incinebiliyor gerçekten. sadece birileri tarafından değil, ulaşmak isrtediklerimiz var, kazanmak istediklerimiz ve kendimizde ve kendimize yakın olduklarımızda görmek, duymak istediklerimiz.Hayatımıza dair tedbirlerimizin hemen hemen çoğu bizi yarı yolda bırakıyor.

Ne planladığımız, ne istediğimiz ne düşündüğümüz ne de hayal ettiğimiz gibi değil hayat. Olması da mümkün değil. Nasıl olsun doğaçlama bir hayat yaşıyoruz.

İnsan kalp kırmakta mahirdir.Bir söz, bir davranış, bir dokunuş, bir ima….Hiç ummadık bir anda ve ummadık biçimde hem de son derece derin oluyor kırılma. Ancak insan kalp kırmada mahir olduğu kadar, gönül almada da mahir…. Hiçbir maharet ise kırılan gönüldeki kırılma anına dair o belli belirsiz izi silmeye yetmiyor. işte o izden kanıyor insan sürekli. tıpkı bir ağaç dalının kırıldığı yerden sürgün vermesi, o sürgünden çiçeğe, yaprağa durması ama o kırığı bir türlü oradan silememesi gibi.

“…. kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yine de affettim… Onlar belki beni saflıkla yargıladılar. Belkide içten içe güldüler…..Ama asıl unuttukları şuydu….. Ben aldanmadım… Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar….Bir insan kaybının ne olduğunu bilmedikleri için…..Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için….Oysa ben hiç insan kaybetmedim….. Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar…..” diyordu Can Yücel

En çok, en sevdiklerimiz kırıyor kalbimizi. hem de içlerinde kendileri olduğunu bildikleri halde.

 

Beze yada Mereng

Beze sadece şeker ve yumurta akı kullanılarak yapılan harika bir tat. Kıtır kıtır, çok havalı, ağızda eriyip giden bir bulut kümesi gibi. Beze, minimum malzemeyle maksimum tat elde etmenin belkide en lezzetli, en kolay yolu.

Beze bana Erdek’i hatırlatıyor.Ara sokaklardan birindeydi, o adını unuttuğumuz fırın. Hemen hemen her sabah uğrardık. Kahvaltı için bir şeyler alırken mutlaka bir pakette beze alırdık. Bir  torbada minik top şeklinde fazla pişmiş bezeler… pastanelerde satılanlar gibi kar beyaz değil hafif pembeleşmiş.. Çocukluğumun unutulmaz tatlarından. Hatıraların tadı daha da tatlandırıyor çocukluk tatlarını.:(

Malzemeler kısmında yine o meşhur bardak var. Hani 1 su bardağı yada 1/2 su bardağı gibi ölçülerden söz ettiğimizde sorulan  “hangi su bardağı?” sorusunun cevabı. Resimdeki bardak işte o bardak.

Malzemeler

  • 2 yumurta akı
  • 3/4 su bardağı toz şeker

Bu miktarla yaklaşık 20-25 beze yapabiliriz.

Yapılışı

Yumurta aklarını mikserle çırpmaya başlayın. Köpüklenmeye başladıktan sonra bir kaşık toz şekeri ekleyip çırpmaya devam edin sonra bir kaşık daha.. toz şekerinin tamamını bu şekilde ekledikten sonra en az 10-15 dakika daha çırpın. Olup olmadığını nasıl anlarsınız? Kaşıktan kendiliğinden düşmeyecek kadar sert olacak. Aslında olmama ihtimali neredeyse hiç yok tabii içine bir şeyler karıştırmadıysanız. Benim her ay en az 2-3 kez yaptığım bir tarif bu hiç hatırlamıyorum olmadığını ingilizce dedikleri gibi foolproof bir tarif.

Fırının ısısını 120 dereceye ayarlayın. Pişmeye hazır hale getirdiğiniz bezeyi krema sıkma torbasına doldurun. Geniş bir yıldız uçla benim bezelerimin şeklini elde edebilirsiniz. Torba ve uç yoksa tatlı kaşığı ile koyabilirsiniz tepsiye, hatta bazen yamuk yumuk şekilli bezeler daha da güzel görünüyor.

Yıldız Uç

 

Fırın istenilen ısıya ulaştığında içine tepsiyi koyun tam 1 saat boyunca kapağı hiç açmadan pişirin. Pişirme süresi dolduğunda tepsiyi fırının içinde bırakın yine kapağını hiç açmadan 1 saat bekletin.

Bekleme süresi çok önemli daha az tutarsanız içi sakız gibi oluyor. Her ne kadar pişirme ve bekleme süresi uzun olsada beklemeye değer bir tat beze. Çocukların yemekten en çok keyif aldıkları tatlardan biri. Sadece çocuklar değil bizim evimizin babası da bayılır bezeye hatta bazen öyle kaptırırki kendini nazik bir dille hatırlatmak zorunda kalırım, çocuklarında çok sevdiğini bezeyi :))))

Elma Şekeri

Elma Şekeri

Yılbaşında elma şekerleri hazırladım çocuklar için görüntü çok güzel oluyor. Annem elma şekerlerini şeker termometresi kullanmadan yapardı ama termometre gerçekten büyük kolaylık. Marshmallow yapımında ve daha bir çok tarifte işinizi kolaylaştıracak bir mutfak gereci.( İnternet üzerinden kolayca satın alabilirsiniz.)Tarif gerçekten çok kolay, saplar, yapı marketlerde satılan çıtalardan yapılabilir yada ince ağaç dalları kullanabilirsiniz daha dekoratif olur. Doğum günü partilerinde çocukların, yemeği sabırsızlıkla bekledikleri ve yerkende çok eğlendikleri bir şey elma şekeri.

Gerekli malzemeler:

  • Önceden yıkanıp kurulanmış 6 orta boy elma
  • 2 cup toz şeker
  • 3/4 cup su
  • 1/2 cup şurup* (cup ölçü kapları büyük marketlerde satılıyor)
  • Kırmızı gıda boyası

Malzemeleri derin bir kaba koyup yüksek ateşte kaynatın , kaynamaya başlayınca altını kısın ve şeker termometresini içine yerleştirin. Yaklaşık 20 dakika sürüyor termometrenin 300 dereceyi göstermesi, termometreniz yoksa soğuk su testini yaparak istenilen dereceye ulaşıp ulaşmadığını kontrol edebilirsiniz . Suyun içine akıttığınız karışım kırılgan bir ip şeklinde uzuyorsa, suya girer girmez sertleşiyor, elinizle büktüğünüzde eğilmiyor, kırılıyorsa kullanıma hazır demektir. Boyayı katın, çubuklarını önceden sapladığınız elmaları tek tek ve hızla döndürerek şekere bulayın  ve yağladığınız tezgaha yada yağlı kağıdın üzerine baş aşağı koyup soğumaya bırakın

Şurup; önceden hazırlanan şekerli bir karışım. Ne işe yarıyor? karışımın kristalize olmasını engelliyor, bunun yerine 4-5 damla limonda aynı işi görür belki ama elma şekerleriniz resimdeki gibi pırıl pırıl olurmu? bilmiyorum

1/2 cup şurup için gerekli malzeme; 1 cup toz şeker, 1/3 cup su ve bir tutam krem tartar.

Karışımı kaynamaya bırakın, kaynadıktan sonra  altını kısın 5-6 dakika kaynamaya devam etsin. Soğuk bir bardak suyun içine bir damla damlatın, yumuşak bir top kıvamında ise karışımınız hazır demektir.  Soğuduktan sonra kullanabilirsiniz. Buz dolabında 2 ay bekletebilirsiniz.

Elvan

Aşk

Sevgililer

Aşkın ömrü 3 yıldır. Aşkın ömrü evde uzar, aslında aşk da yok , Aşk gidiyorum demez ve daha yüzlercesi var aşkı anlatan kitapların. Herkesin kendine göre bir aşk tanımı var.   “Aşk henüz yakından tanımadığınız sadece  fiziksel özelliklerini beğendiğiniz kişiye hayalinizdeki mükemmel kişilik özelliklerini giydirdiğinizde oluşan duygudur.” demişti.Duygu Asena
Çok kolaydır aslında bu duyguya kapılmak.  Kafamızda mükemmel insan nedir? sorusuna hazır bir cevap vardır mutlaka, eh birde aradığınız fiziksel özelliklere sahip biriyse karşınıza çıkan, hemen ikisini birleştirir ve sonucu aşk olan bu muhteşem duyguya kapılıveririz sonra zamanla tanıdıkça,  hiç de hayal ettiğimiz gibi olmadığını görmeye başladıkça kalp atışları normale dönmeye, ayna karşısında geçen zaman azalmaya, ayaklarınız yere değmeye kısaca tüm fiziksel ve duygusal tepkilerimiz normale dönmeye  başlar ama bu noktaya gelene kadar yaşanan şey, inkar edilemeyecek kadar güzel bir duygudur. Aşkın halleri var, aşkın yaşı var, aşık olmamızı kolaylaştıran faktörler olduğu gibi aşkı  zorlaştıran hatta bazen imkansız kılan  şartlarda var. Thomas More’ın Ütopya’sında yaşanır ancak kitaplarda anlatılan zamansız, mekansız,  yaşı başı  olmayan aşklar. Üstelik orada aşklar sona da ermez sonsuz olur , çünkü kimse kimseyi değiştirmeye kalkmaz Ütopya’da. İnsanlar birbirlerini oldukları gibi kabul etmeye meyillidir herhalde orada. Bir hayal ülkesidir Ütopya.
Gerçi hiç bitmeyen aşk nasıl olur diye düşününce,  dayanmaz galiba diyorum  kalbi insanın o kadar telaşe, heyecana, sürekli bulutların üzerinde gezmek kolaymı, hiç durmadan şarkı şiir yazamaz bir yerlerde tükenir yaratıcılığı gerçekten insanın, sürekli hayallere dalacak kadar kimin boş vakti varki, sağa sola sevdiğimizin ismini kazımak komik olmazmı? çok ütopik olur sonsuz aşk. Yaşadığımız dünyanın dengelerine ayak uyduramayacak kadar korunmasız ve saf bir aşk olur. Sanırım onlu yaşlarda yaşadığımız o ilk aşklar biraz yakındır ütopik aşka.
Genede sonucu ne olursa olsun, ne kadar sürerse sürsün, herkes gönüllüdür çıkmaya aşkı bulmanın yolculuğuna. Şanslıysak hiç değilse bir kere çıkarız o yolculuğa, kimi geri döner yitirilmiş ümitlerle kimide, devam eder yola elinde kalanlarla. Yola devam edenler şanslı bence hele biten aşktan geriye kalan sevgiyse eğer… heyecanlar bittiğinde de sevgiyle bakabiliyorsak birbirimize, gerçekten şans bu işte.  Birde  hani o tarifi olmayan ancak yaşanırsa anlaşılan analık babalık duygusunu katmışsak işin içine bambaşka olur bu yolculuk. Başka sevdalar yaşanır bu süreçte dilinizdeki romantik şarkılar yerini ninnilere bırakır, başlarsınız koşmaya. Yol boyunca gördükleri her görüntü unutulmaz olsun, canları acımasın, hep mutlu olsunlar, tatsız şeyler çıkmasın yollarına diye hep daha önden koşmanız gerekir.
Bir başkasını kendinden çok sevmek, o’nun hayatında acıyı ve mutluluğu yaşamak…. Sevginin gücünü, sağlamlığını ve derinliğini öğrenmek…. birisini bu kadar yürekten sevmek nasıl bir şey bunu ancak çocuklarımı severek öğrendim. Aşkın en yalın hali bu, karşılıksız koşulsuz sevmek…
En küçük aşkım sevgililer günü hediyesi olarak meyveli yoğurt aldı bana:)))

Gönderen Elvan zaman: Pazartesi, Şubat 14, 2011 Bunu E-postayla Gönder BlogThis! Twitter’da Paylaş Facebook’ta Paylaş

Hayat bu…

hayat bu….

Bazen gündelik hayatın akışına o kadar çok kaptırıyorum ki kendimi durup dinlenmeksizin koşturuyorum. 24 saatin yetmediğini düşündüğüm günler oluyor çocuklar, ev, iş, eş, dost, sorumluluklar derken zaman hızla akıp gidiyor. Hâlâ okuyamadığım için üzüldüğüm birkaç kitap, bir türlü fırsat bulup davet edemediğim birkaç dost, ziyaret etmeye vakit bulamadığım aile büyükleri…

Bu hafta için de planlarım vardı. Sevdiğim bir kız arkadaşımla öğle yemeği yiyecektim. Kuzenimi arayıp cevap veremediğim telefonu için özür dileyip, onunla uzun uzun keyifli bir sohbet yapacaktım. Oğlumun proje ödevi için alışverişe çıkacaktım. Hafta sonu uzun zamandır ertelediğim dostlarımızdan birisini davet edip hoş bir cuma akşamı geçirecek, cumartesi günü biricik Irmak’ımın doğum günü partisine gidecek, pazar günü de bir dostumuzun nişanına katılacaktık. Hayat her zaman planladığımız gibi sürdürmüyor akışını bazen hiç beklemediğimiz bir anda kesiyor yolumuzu, alt üst ediyor planlarımızı. Eminim ben bu planları yaparken de nanik yapıyordu yukardan bana:))))

İki gündür hastanede yatıyorum. Oyunun en heyecanlı yerinde dışarı çıkartılmış bir oyuncu gibi hissettim kendimi hakemle pazarlık yapmak için koştum yanına ama dinlemedi beni kararını vermiş çoktan aldı sahanın kenarına. Önce direndim, “benim yatıp hastaneye iyileşmeyi bekleyecek böyle bir lüksüm yok, ben bir yolunu bulur bunu da ayakta geçiririm”  dedim ama olmadı, söz geçiremedim bedenime.

 

Şimdi mutluyum bol bol dinlendim, bütün sorumlulukları yıktım anneme ve babama kolumda serum bir hastane odasında fırıl fırıl dönüyorum. Kanıma karıştıkça şişedeki sarı su, gönüllü bir teslimiyet içinde bıraktım kendimi. Ben iyiyim dedikçe “hayır değilsin” diyorlar ne hikmetse gözler sadece kalbin aynası değil sağlığında aynası galiba sürekli kuvvetli bir ışık eşliğinde bakıyorlar gözlerimin derinliklerine. Sağa sola atıyorlar halsiz bedenimi. Salyangozu resetliyormuşum bu şekilde .

Baş dönmesi feci bir şey aslında ama bir de mide bulantısı eklenince dayanılmaz oluyor her şey sesler, ışık, kokular…

Toksöz Karasu’nun kitabında okumuştum: “Akıl sağlıklı bedeni idrak etmez ve onun normal işleyişine kayıtsız kalır. Böyle olmasaydı sonbaharda altın sarısı yaprakları, yazın masmavi gökyüzünü, kışın sakin sakin düşen kar tanelerini ve ilkbaharda aniden açıveren çan çiçeklerini görebildiğimiz için her an halimize şükrederdik. Kuş cıvıltılarını, çocukların şen kahkalarını, sevgililerimizin fısıltılarını ya da Beethoven’ın König Stephan uvertürünü işittiğimiz zaman derin bir minettarlık duyardık. Yürüyebilmemize, koşabilmemize, yıkanabilmemize, bir kutuyu alıp açabilmemize, yazabilmemize, yemek hazırlayabilmemize hatta sırf yataktan kalkabilmemize bile hayran olurduk.”

Çok doğru.
Bu işlevlerden herhangi birini yitirene dek anlamıyor insan değerini sağlığın. Sonra “değerini bilmeliyiz…” diye başlayan cümleler, “daha sık kullanmalıyız sevgi sözcüklerini” diye kendimize söz vermeler ve daha nice pişmanlıklar. Ama ne yazık ki bunlar hep sözde kalan pişmanlıklar. En fazla birkaç gün sürüyor, sonra nasıl olduğunu anlayamadan yine o döngünün içinde buluveriyoruz kendimizi. Her şey gene eskisi gibi olmaya başlıyor. Amansız koşuya devam ediyoruz kaldığımız yerden. Neyse ki benimki sadece kısa bir mola. Bir süre sonra tekrar döneceğim ve başlayacak her şey yeniden. Kısa sürecek unutmam hastanede gördüğüm hastaları, ağlayan yakınları ve şükredecek ne çok şeyim olduğunu hatırlamak için yine bir hastalık haberi ya da yeni bir mola gerekecek bana.
Hayat bu…..

Gönderen Elvan zaman: Perşembe, Şubat 24, 2011

1 yorum:

Adsız dedi ki… Bazen ben de bunu hayal ediyorum mola! ama düşününce bir an yüreğim sıkışıyor…Gece uyuyoruz ya sağlıkla bundan iyi mola yok diyorum kendi kendime 🙂
Kendine çook dikkat et, ruh ve beden borç defterine yazar ihmalleri biriktirmemek lazım hesabı.(Sülüman’nın ağzından mı çıktı bu cümle ne… :))
Seni çook seviyoruz mis kokulu, güzel teyzemiz… 24 Şubat 2011 11:46

Kırmızı Çilekli Pasta

1. Gün

Bu gün neyin başlangıcı olacak merak ediyorum doğrusu. Uzun yıllar sürecek keyifli bir yolculuk olmasını istiyorum. Onca yıldır kağıda döktüğüm mutlu anları, hüzünleri, tarifleri.. paylaşmak başka bir değişle kapıları herkese açmak nasıl olacak bilmiyorum. Denemek istiyorum.
Neler olmalı  içeriğinde? galiba her şeyden biraz hayatın kendisi gibi damak tadı, göz zevki, mutluluklar, hüzünler, komedi, aşk… ve daha aklıma gelmeyen günlük yaşamsal detaylar. Çocuklarım doğduktan sonra günlük yazarken daha farklı bir bakış açısı edindim. kendiliğinden gelişen bir durumdu bu satırlarda mutlulukların bol ama hüzünlerin daha az olmasına özen gösterdim ilerde okuyacaklarını hesaba kattım hep. Tarifleri yazdığım defterlere küçük notlar yazdım Defne için “bu kurabiyeyi her yapışımda fırının önüne oturup heyecanla pişmesini bekleyişin geliyor aklıma”,” bu tarif anneannenin tarifi sende yap çocuklarına sakın unutma” gibi. Taşındığım evin duvarına minicik bir not yazdığım günü hatırlıyorum “bu evde biz mutlu olduk umarım sizde olursunuz” şimdi biraz çocukca gelsede ben hep böyleydim hayatıma girmiş her şeye bir vefa borcum vardı sanki .Fazla duygusal, fazla hassastım bu yüzden sessiz isyanlarım çok oldu. Kendi dünyamın romantik devrimcisi olacaktım ama olmadı bir kaç kişiyle devrim olmuyormuş anladım hemde çok geç anladım işte o zamandan beri gerçekten büyümeye başladım. Ne garip 40’lı yaşlarda büyümekten bahsetmek içinizden diyebilirsiniz zahmet etme bir dahaki sefere inşallah:)) ama demeyin daha umutsuz vakalar gördüm ben hani içindeki çocuğu büyütemeden yaşlılıktan ölenler gördüm. Artık büyümeyeceğinden kesinlikle emin olduğum 50’ye merdiven dayamış bir Peter Pan’ımız bile var, var olamayan ülkesinde birlikte büyüdüğümüz . Kısaca yazacak çok şey var, daha önceden yazdıklarım var, yolculuklar var, güzel tatlar var,  yıllar boyunca peşinden gittiğim cümleler satırla var hani okurken altını çizdiğimiz satırlar varya onlardan yüzlerce var.
Hepsini paylaşmak istiyorum, bir tek cümle bir tebessüme sebep olursa yüzünüzde, sadece bir deneyim ufacıkta olsa ışık tutarsa her hangi birinizin yoluna, bir tat mutluluk katarsa hayatınıza hele vazgeçilmeziniz olursa bir tarifim hoplaya zıplaya devam ederim yoluma
Elvan

Gönderen Elvan zaman: Pazartesi, Ocak 31, 2011 Bunu E-postayla Gönder BlogThis! Twitter’da Paylaş Facebook’ta Paylaş

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.