Benim Hayal Defterim

Marc Levy

 

“İşten eve yorgun döndüğünüz bir gün, banyo dolabınızın içinde bir kadın bulsanız ne yapardınız? Hele bu kadını sizden başka kimse görüp sesini duyamıyorsa? Genç ve güzel bir doktor olan Lauren, bir trafik kazası sonucu bitkisel yaşama girer ve çalıştığı hastaneye getirilir. Lauren’in bedeni hastanenin yoğun bakım odasında yatarken ruhu özgürce dolaşmaya başlar. Lauren’in ruhunun en önce gittiği yer elbette yıllarca oturmuş olduğu, ama bitkisel yaşama girdikten sonra genç Amerikalı mimar Arthur’a kiralanmış olan apartman dairesidir. Ayrılmaz ikili gibi birlikte yaşamaya başlayan Lauren ile inanılmaz olana inanan Arthur’un arasında duygusal bir yakınlaşma olması kaçınılmazdır. Öte yandan Lauren’in görünmez bedeniyle katıldığı bu birliktelik, genç adamın başını derde sokmakta gecikmeyecektir. Kimi zaman güldüren, kimi zaman hüzünlendiren anlatımıyla Keşke Gerçek Olsa modern bir peri masalı. Beklenmedik bir sona ulaşana kadar bir solukta okunan bir roman”

Son yıllarda okuduğum en güzel kitaplardan birisi “Keşke Gerçek Olsa” Filme uyarlanmış hali olan “just like heaven”‘ıda  bir kaç kez seyrettim. Bu kitap sayesinde buldum Marc Levy’yi sonrasında bütün kitaplarını okudum ama hiç biri ilk kitabı kadar etkilemedi beni.

Marc Levy

Marc Levy’nin  bütün dünyada çok sevilen bir yazar oluşunun hikayesi , oğluna yazdığı bir öyküyle başlar. Küçük oğlu için yazmıştır bu öyküyü ama öyküdeki erkek karakter aslında oğlunun büyümüş halidir.  Levy’nin senaryo yazarı kız kardeşi öyküyü bir yayın evine göndermesi konusunda Levy’yi  cesaretlendirir ve kitap basılır. Dünya çapında büyük bir başarı elde eden kitap, aylarca çoksatar listelerinin başından inmedi ve otuza yakın dile çevrildi. 2005 yılında Steven Spielberg (Dreamworks)  Öyküyü başrollerinde Reese Witherspoon ve Marc Ruffalo’nun yer aldığı “just Like Heaven” adlı bir sinema filmine uyarladı.

ve dünya 40 yaşından sonra ünlü olan Marc Levy’yi tanıdı. Tabii bende:)))

 

 

 

Kız Arkadaşlar

Kız Arkadaşlar
Hayatımın en önemli günlerinden birini daha yaşarken, kız arkadaşların ne kadar önemli ve değerli olduğunu bir kez daha hatırladım.Yorucu birkaç günün ardından dün ve bugün uzun uzun düşündüm hepsini.
“Hayat sana teşekkür ederim” dedim.
Sadece birkaçını geride bir yerlerde bırakmama rağmen, beraber büyüdüğüm diğerleri için, geride bıraktıklarımla yaşadığım güzel anılar için…
Çocukluğumun tek şahidiydi içlerinden birisi, beraber oynadık çocuk oyunlarını, ilk aşkların heyecanlarını yaşadık beraber, ergenlik, anne kız çekişmeleri, büyümenin en sancılı günlerinde hep beraberdik, öyle devam edecekti sanki her şey. Kelimelere dökülmemiş sözler vermiştik birbirimize,beraber çocuklar doğurup beraber yaşlanmak için ama olmadı, ben tek başıma devam ettim yola. O, geride kaldı. Bir not düşmüşüm defterimin arkasına “hayat bir bahçe, o bahçede sonsuza dek tutmayı beceremediğim çiçekler oldu, solup gitti en güzeli, yerine yenisi koymadım, boş bıraktım yerini.”
Yıllar boyunca o kadar çok şey paylaşmıştık ki, hep kızdım kendime, daha çok ağlamalı daha sık düşünmeliydim onu. Bu kadar kolay olmamalıydı onsuzluk, ama hayat böyle, yas tutman için durup seni beklemiyor hiçbir şey. Üzüntü ve acıyı verdiği gibi yola devam etmen için gereken gücü de; başka mutluluklar ve sevinçlerle yeniden veriyor insana ve bana da tam o yıl kızımı verdi.
17 yaşındaydım tanıdığımda diğerini, evlenip de o uzak ülkeye gidene kadar  neredeyse her akşam kapısın kapadığımız odalarda yeni yetme flörtlerin heyecanını, platonik aşkları acısını paylaştık.
Üniversite yıllarıydı, ders çalışmamız lazımdı, sınavlar vardı ama başımızda esen kavak yelleri kesmişti ayağımızı yerden. O her daim çılgındı, yasaklara başkaldırır, bitmek tükenmek bilmeyen çatışmaların ortasında kalırdı . Bense hep ailenin söz dinleyen cici kızı. O hayatın içinde bata çıka aktı gitti, ben hayatın önümden akıp gitmesine seyirci kaldım o yıllarda. Önce ben evlendim, ertesi yıl o evlendi ve gitti. O da çıktı hayatımdan. Yıllar, senede 2-3 günlük görüşmelerle geçti, çok az şey paylaştık, çok az görüştük ama aramızdaki bağ hiç kopmadı. Ne zaman bir şeylere üzülüp sıkılsam, burnumun direği sızladı hasretinden, “olsa da kapansak bir odaya saatlerce sohbet etsek, iyileştirsek yaralarımı beraberce” dediğim.
Her gördüğümde seni, bir yandan “ne sinir olduğunu unutmuşum be!” deyip, bir yandan yüzündeki her detayı hafızama kazımaya alıştım. Seni sevmekten hiç vazgeçmedim yıllarca. sevgimin ne çok olduğunu, sesin o binlerce kilometre uzaktan üzgün geldiğinde, kendimi çaresiz ve mutsuz hissetiğimde anladım. Anneni kaybettiğinde oralarda yalnız olmadığını bilmek, iyi bir kız arkadaşın olduğunu bilmek   mutlu etti beni. Kısaca yürekten sevdim seni.
Üniversite hayatımın son yıllarında tanıdım  diğerini, daha bu sabah konuştuk bir fincan kahve eşliğinde kaç yıl oldu diye. 20 yıl olmuş bile. Son yıllarda daha da güçlenmiş aramızdaki bağ, bunu büyümemize, olgunlaşmamıza ve birbirimizi iyice tanımamıza bağladık.
Aramızda iyi bir denge kurabilmemizin temelinde farklılıklarımız yatıyor. O benim mantıklı yanım, ağlama duvarım ya da dışarıdaki sağduyum. Ben onun nesiyim? Galiba bütün o başarıyla altından kalktığı işlerin peşinde sürüklenirken arada bir vermek istediği dinlenme molasıyım ya da stres ve yorgunlukla dolu hayatında, durup, “başkaları nasıl yaşıyor, nelere üzülüyor?” sorusunun cevabıyım.
En renklisini tanıdığımdaysa 11 yaşımdaydım.Ortaokul ve lise yıllarında hep beraberdik. Coca Cola içerken şişenin altına vurup dişini kırdığımda koca bir kızdım. Çınarcık’tan gönderdiği mektupları hâlâ saklıyorum. Lise bitti, o evlendi, başka bir ülkede yaşamaya başladı. Uzun süre uzak kaldık. O başka bir dünyada bambaşka bir hayat yaşarken ben hayal ettiğim üniversite kampusunda kendimi kaybettiğim yıllarımı yaşıyordum. Değiştiğim, kendimi keşfettiğim harika yıllardı. Sonra bir yerlerde tekrar başladı herşey. Bir kaç ay farkla dünyaya getirdik kızlarımızı.. Artık fazla olmasa da yine ortak bir iki şeyimiz vardı.  Böylece başladı yeniden her şey.  Farklı bir dünyadan yayın yapan fena halde dünyalım o benim. Ne güzel tanımladım onu.
Bazen kızarım bazen eleştiririm ama ondaki su ve yağ benzeri birbirine hiç karışmayan o saflığı ve cingözlüğü çok severim.
Hayatın peşine takılıp ,durup dinlenmeksizin koştuğum  yıllarda , istediğim sıklılıkta görüşemediğim, ama orada olduklarını bilmenin bile dünyalara bedel olduğu  kız arkadaşlarım.
“Arkadaşlarınız kendi seçtiğiniz kardeşlerinizdir” diyor ya bir reklamda kendi seçtiğim kardeşlerim için bir kez daha “Hayat SanaTeşekkür Ederim”
Banu-Elvan (Elba)
       ODTÜ

Gönderen Elvan zaman: Cumartesi, Şubat 05, 2011 Bunu E-postayla Gönder BlogThis! Twitter’da Paylaş Facebook’ta Paylaş Googl

Mutfaklar

House Beautiful

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.