Benim Hayal Defterim

GECİKMİŞ BİR VEDA

   3 ay geçti. Ne zaman aklıma gelse soruyorum kendime: Nasıl olup bitti her şey bu kadar çabuk, neden hiç olmamış gibi devam ediyor hayat? Böyle zamanlarda aklıma hep sevdiğim bir arkadaşımın annesini kaybettiğinde  “Aylarca her sabah uyandığımda annem artık yok dedim.” deyişi geliyor. Sonra can arkadaşımın buz gibi olmuş bedenine son kez dokunduğum o sabahı, bana ait şeyleride beraberinde götürdüğü sabahı hatırlıyorum.  Yıllarca kendi kendime kızdım onu bu kadar çabuk unuttuğum için. 

   Hepsi de hayatın ortasına düşmüş bir ateş gibiydi. Kimimiz için çabucak sönüp giden bir ateş. 

    Son yıllarda öğrendiğim en önemli ders:  Ne hayaller, ne planlar, ne var olana sevinmek, ne yok diye üzülmek….

   Hayat bildiğini okuyor.

  Üç ay geçti. Hayatın yakında ondan geçip gideceğini biliyorduk; ama bu kadar çabuk olacağını hiç tahmin etmiyorduk.  Bahçede oturup uzaklara daldığı o günü hatırlıyorum.  Yanına gidip, daha önce aramızda  sözcüklere hiç dökülmemiş bir yakınlıkla , bir samimiyetle  içindeki yalnız çaresizliğe katılmak istedim.  Bir süre onu uzaktan seyrettim. Dakikalarca aynı yöne baktı durdu. Sonunda kalbimdeki kırıkların üzerine basa basa yürüyüp gittim yanına. Karşısına oturdum.  Yemyeşil gözlerinde hayallerinin ışığı sönmüştü. Ben gözyaşlarımı tutmak için deli gibi bir mücadele verirken, onun bu kadar sakin kalabilmesine şaşırmıştım.

   Birkaç hafta sonra yine bahçede otururken “ Sadece anne şefkatine ihtiyacım var; ama o da yok biliyorum.” dediğinde bu sefer bambaşka bir hisle  kırılıp döküldü içimde ne var ne yoksa. Hiç bu kadar Çaresiz hissetmemiştim daha önce. Aramızda geçen yılların soğukluğu,  onun yüzüne her baktığımda eridi gitti.

   “ Bu bana bir ders mi, neden ben, sebep ne?” diye sorduğunda “ Bak sebep iki parmağının arasında.” demiştim elindeki sigarayı işaret ederek. Anlamsız bir hiçlikte anlamını bulmaya çalışıyordu başına gelenin. Sonradan  çok düşündüm. Sebebi ne olabilirdiki bu kadar çaresiz kalmanın,  ya da neyin dersidir ki  yarınları sayılı günlere uyanmak.

   Garip bir isyan var içimde. Hayat böyle hiçbir şey olmamış gibi, sanki daha kısa bir süre önce birinin yolunu kesmemiş gibi nasıl hiç umursamadan devam ediyor.  Her şeyin bu kadar çabuk normale dönmesi ihanet değil mi? Yoksa böyle düşünmek  isyan mı?

   Şimdi tek bir yol kaldı geriye  sadece dua etmek.  Huzurlu bir aydınlık, mutlu bir seyir için.  

YENİ YIL DİLEĞİM

   Son günlerde çok ihmal ettim hayal defterimi. Sakın hayallerimden vazgeçtim sanmayın! Tam tersi hiç bu kadar düşmemiştim peşine 🙂 Aslında uzun yıllar hayalini kurduğumuz tarçın , portakal, vanilya kokulu dükkanımızı açmaya karar verdiğimizden  beri gündüzlerim koşturmayla nefessiz, geceler eksiklerin yanlışların hesabıyla uykusuz geçiyor. Az kaldı, çok az. Yeni yılda yeni umutlarım var 🙂  

tumblr

Dileklerim için bir mum yaktım. 🙂

  Yola beraber çıktıklarım,  yolda beni bekleyenler…. Mutlu, umutlu, neşeli, sağlıklı, bol kazançlı bir yıl olsun 2014!

Fotoğraflar: Tumblr

Yılbaşı

Bu yıl ağacımızı çocuklar süslediler. Farklı bir tema ya da farklı bir renk uygulayamadık. Yıllardır süren bir sürü yeni yıl geleneğini yerine getiremedik bu sene. Defne doğduğundan beri her yıl yaptığım yeni yıl kurabiyelerini bu sene yapamadık. Ağacımızı süslerken fonda jingle bells çalmadık. Sıcak çikolatalarımız yoktu 🙁 Yılbaşı akşamı tamamlayacağız yarım kalan mutlulukları 🙂

21

22

23

25

26

27

29

24

Fotoğraflar: Pinterest

balkabağımmmm

   Lisa McDonald, hayat hikayesi müthiş bir romana konu olacak kocaman yürekli bir kadın. Patoloji uzmanı babanın kanser tedavisi gören doktor oğlu 🙁 tedavi gördüğü hastanede tanıştığı hemşireye aşık olur ve evlenirler. Kendi çocuklarına sahip olamazlar ama Dünya’nın beş farklı ülkesinden beş çocuk evlat edinirler. Biz onları tanıdığımızda sadece iki çocukları vardı. Neredeyse her karşılaşmamızda yeni bir çocuk haberi aldık. En son biraraya geldiğimizde, Çin’den küçük bir kız bekliyorlardı. Sonraki yıllarda, Cliff’in kanser yüzünden hayatını kaybeden ablasının Down Sendromlu çocuğunu evlat edindiklerini duyduk. cliff  Onlar, bizim hayatımızda unutulmaz anıları, yerleri olan insanlardan.  Durham ve Duke Universitesi, Cliff ve Lisa, Bülent abla ve İlhan ağabey, Züleyha abla… Evliliğimin ilk ayları….  Onlardan yardımlaşma ve dostluk üzerine çok şey öğrendik.  Hepsini sevgiyle, minnetle andım. ♥ Lisa’dan bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmurda, çocukları sokağa çıkarmanın onlar için ne eğlenceli olduğunu öğrendim. Üstelik çocukların yağmurda erimediklerini kendi gözlerimle görmemde başka bir kazanç oldu 🙂 Bir de bu harika keki öğrendim. DSC_6951 Lisa’nın, defterimdeki 17 yıllık balkabaklı kek tarifi…

Malzemeler:

  • 1,5 kap un
  • 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 1 tatlı kaşığı tarçın
  • 1 tutam tuz
  • 1 + 1/4  kap balkabağı püresi
  • 1 + 1/4  kap şeker
  • 3/4 kap sıvı yağ
  • 3 yumurta
  • 1/2 kap ceviz

   Hemen hemen bir pakete yakın balkabağını, yarım çay bardağı suyla kısık ateşte iyice yumuşayıncaya kadar pişirdim. Süzgeçte soğuyana kadar beklettim. Soğuduktan sonra tel süzgeçten geçirdim. Kuru malzemenin tamamını eledim. Derin bir çırpma kabında, yumurta ve şekeri 2-3 dakika çırptım. Yağı ve kabağı ilave edip en düşük devirde karışana kadar çırptım. Kuru malzemeyi ekleyip, homojen bir karışım olana kadar karıştırdım. En son cevizi ekledim, karıştırdım. Yağladığım, yaklaşık 40 x 25 cm’lik dikdörtgen kalıba boşalttım ve önceden ısıttığım 170 °C’lik fırında 25-30 dakika pişirdim.    Üzerine ölçüsüz klasik krem peynir kremamı yaptım. Krem peynir, peynirin yaklaşık 1/3’ü kadar oda sıcaklığında tereyağı, pudra şekeri ve vanilya. DSC_6955

copenhagen

kop1

   Çocuklar olmadan hiçbir yere gidemeyen ben, arkama bile bakmadan bindim uçağa. Sadece iki geceliğine Kopenhag. İlk kez hiç çalışmadan çıktım yola.  “Topu topu iki gün, nasılsa otel lobisinde bir gezilecek yerler haritası vardır .” dedik ve çıktık yola. kop

   37.000 mile iki bilet, üstelik business class. Booking.com’dan otel rezarvasyonu… İstanbul-Kopenhag 3 saat. Kopenhag havaalanınıdan trene bindik, 2-3 durak sonra şehir merkezindeydik. 15 dakika yürüdük otele. kop3

   Sadece birer  el bagajı ile yola çıkmanın rahatlığı hiç bir şeyde yok.  Rahat birer spor ayakkabı, birer yedek kazak… kop4

   Bu pastanenin önünde insanlar kuyrukta bekliyorlardı. Ertesi sabah erkenden girdik içeri.  Pasta ve  kahveyle sabah keyfi yaptık. Avrupa’nın  motorlu taşıtlara kapalı en uzun alışveriş caddesi “Stroget” 3,2 km. Yılın en keyifli zamanında gezdik bu caddeyi. Her yerde Christmas süslemeleri, şarkıları… kop6

   Kilometrelerce yol yürüdük. Kraliçenin sarayını, Round Tower’ı, Christianborg’u, kıyıda bir kayanın üzerinde oturan küçük deniz kızını, Tivoli Bahçelerini, Nyhavn’ı, Rosenborg kalesini … Bu arada nasılsa yakarız diye, ne bulduysak yedik. Sokak satıcılarının sattığı tarçınlı, kıtır şekerli bademler nefisti! kop8

   Tivoli Bahçesi, ışıl ışıldı. Tarçınlı kokular her yeri sarmıştı. Glögg yani sıcak şarap inanılmaz derecede lezzetliydi. Her  köşe başına bir köz mangalı koymuşlar, insanlar başına toplanıp hem ısınıyorlar hem de sıcak şaraplarını içiyorlar keyifle. kop9

   Acaba bu hangisi?   Rodolph, Dasher, Prancer, Vixen, Comet, Cupid, Donner, Blitzen… Noel babanın kızağını çeken geyiklerden birisi. 🙂

kop10  

   Yeni iş telaşı ve stresi, çocukların okulu, ödevler, evde sürekli bir yardımcıya ihtiyaç duymama rağmen buna asla razı olmayan kalbimle mücadele, eşimim haftada iki gün ama bana daha uzun gelen yokluğu derken o kadar bunalmıştım ki… kop11

   Bir öğle yemeğinde karar verdik ve hemen Türk Hava Yolları ofisinde aldık soluğu. ” Nereye bilet varsa” dedik. Kopenhag harika  bir 2 gün kaçamağı oldu.

kop13

   Bol bol yürüdük, bol bol fotoğraf çektik. Kopenhag pek çok Avrupa şehrine göre pahalı. Giyim kuşam konusunda iştah açıcı bir ülke değil; ama  tam  bir dizayn cenneti.  kop14

   Waffle ve churos satan dükkanlardan yayılan tarçınlı çikolata kokusu bütün sokaklara yayılmış. Öyle çok spesifik bir fast food zincirleri yok; ama İllum gibi çok katlı mağazaların alt katlarında gurme marketler ve self servis restoranlar var. kop7

   Ahmet, ümidini hiç yitirmeden iki gün boyunca İskandinavlara özgü Nordic kar kazaklarından aradı. BenimKopenhag’da en sevindiğim şey pek çok yerde İngilizlerin meşhur oyuncakçısı Hamleys’in olmasıydı. Vay beeeee! Hamleys Londra’da 1780’de kurulmuş.

kop16

   Şaşırdım çünkü  neredeyse evsiz görünüşlü adamlar bile harika ingilizce konuşuyorlardı. Düşündüm neden bizde böyle değil? Eğitim sistemimizin eksiklerinden biri de bu galiba. Bu arada İskandinav ülkeleri, dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip olmakla tanınıyor. Örneğin Avrupa’nın en az ders saatine sahip ülkesi Finlandiya, ters orantıda en çok başarı sağlanan ülkesi.

    kope

   Aralık ayında bir Avrupa ülkesine gitmenin bambaşka bir keyfi var. Her yer ışıl ışıl… Bana çok iyi geldi bu kısa, ışıl ışıl tatil. 🙂

PEYNİR FONDÜ

DSC_6923

   Peynir fondünün ben de hatırı büyük.  5 yıl önce  bizim için çok keyifli, çocuklar için sıkıcı bir “uzun yol” tatilinde ilaç gibi gelmişti Gruyére’de yediğimiz peynir fondü. Yaramazlıklarının tavan yaptığı bir sırada, beyaz şarap katkısı bol bir peynir fondülü  öğle yemeğinin arkasından arabada günlerden sonra ilk kez yaşadığımız sessizliği, uyuyan  çocuklarımın o şarhoş edici mırıltılarını hiç unutamam. O günden sonra ne zaman arabada  çıldırsalar o peynir fondülü öğle yemeğinin tatlı anısına sığındım 🙂

   Peynir fondü, çocuklara sebze yedirmenin atıştırmalık ara öğün hali.

   30 gr tereyağını küçük boy bir çorba tenceresinde erittikten sonra 30gr unu ekleyip, unu çiğ tadı gidene kadar; ama asla pembeleşmesine izin vermeden 1-2 dakika kavurdum.  1 + 1/4 kap sütü  ilave edip, aralıksız karıştırarak kaynayana kadar ocakta tuttum.  300gr rende peyniri ekledim ve eriyene kadar balon telle karıştırdım. En son birer tutam karabiber ve rende muskat ekledim.

   Fondü kabına aktardım ve buharda pişmiş sebzeler ve ekmekle servis yaptım.

   Peynir olarak gravyer kullanmak en doğrusu; ama bence, ısınınca eriyen herhangi bir kaç çeşit peynirle de çok güzel oluyor. Ben bu defa emmental ve çedar kullandım.

DSC_6921

♥ ♥ ♥ ♥……..∞

Ralph Lauren

4

Bir Ralph Lauren dükkanıyla ilk kez  1996’da Georgetown’da karşılaşmıştım. İçinde satılanlardan çok dekorasyonu etkilemişti beni. Bir müze gezer gibi bütün detayları içime çekmiştim.  Bedford’daki evi de aynı tarzla döşenmiş.

5

Victorian kesimli avize, ahşabın rengi, aynalar….

6

Argand lamba, ekose yastıklar, kütüphanenin ortasında yer alan ve odanın ruhuna uygun portre, ipek perdeler…

7

Ahşabın sıcaklığı sarmış her yeri. Yine Victorian bilardo masası, klasik aydınlatma, koltuğun harika rengi….

1

Pool house…

3

mmmmm…..

8

Verandada keyifli ve şık bir yemek…

9

Colorada’daki çiftliğinde bulunan beş misafir evinden bir tanesi…

10

Victoria stili  döşenmiş klasik Bedford evinden sonra Kızılderili  ev yine de harika. Renklerin büyüsü…

12

Burada da Meksika desenleri… Çekici olan renkler ve değişik stillerin uyumlu birlikteliği.

Fotoğraflar: Architectural Digest

 

Barış’ın Fotoğrafı

   “Ne komik bir ağbim var yaa” dedim telefonu kapayınca.   Anneme bir tarif sormak için telefon etmiştim, telefonu bay gurme açtı ve  başladı anlatmaya – “incik pişireceksen haberin olsun kötü bir huyu vardır… Soğanlar bilmem kaçıncı dakikada karamelize olmaya başlar… Bol tereyağlı Trakya baldosu iyi gider…. “Nesin sen ya?” dedim.

   Türkiye’nin neresinde olursanız olun, açın telefon “ben şu şehre şu kadar kilometre mesafedeyim nerede yemek yiyebilirim?” diye sorun,  başlar tarife: 1-2 km ilerde bir benzinlik var oradan sağa dön……. Önce şaka yapıyor zannedersiniz; ama sonra tarife uyup dediği yeri elinizle koymuş gibi bulduğunuzda şaşar kalırsınız. Barış,  yemek için yaşayanlardan.

   Barış  eski bir gazeteci. Görmediği vatan toprağı kalmamış; dere tepe, kültür, din, mutfak demeden her şehrin tadına bakmış bir lezzet düşkünü.

   Barış, bir aslan. Her şeyi bilen bir ukala.

   Barış en yakın, en iyi kalpli, en merhametli  çocukluk arkadaşımdı, ben büyüdüm o  çocuk kaldı.  Bahçemde top oynarken ağaçların dallarını, gülleri kıran kocaman bir çocuk Barış!

   Bizim Peter Pan 🙂

   Barış bir sürü şey, ama en çok usta bir fotoğraf sanatçısı. Benim ustam 🙂

   Yeni Yüzyıl’da çalıştığı yıllarda çekmişti alttaki fotoğrafı. Ödüller aldı bu fotoğraf; ama bu fotoğrafı asıl unutulmaz yapan Rahmetli Savaş Ay’ın yazdığı haber şiir oldu.

fotoğraf

   Barış’ın fotoğrafı çıktı dün gazetede. Barış’ın gelmesini bekleyen Kürt kadının, koca memelerinden, artık iyice kocaman olmuş iki yavrusunu nafile yere emzirememesinin fotoğrafı. Gün gelir Barış’ın fotoğrafları barışı resmeder. Gün gelir analar yavrularını en güzel memelerinde en ak sütleriyle emzirir. Gün gelir çatlatır sert toprağını yeryüzünün boyverir dünyanın en güzel gülü “barış gülü” gün gelir.

Savaş Ay

   Aradan yıllar geçti Barış harika fotoğraflar çekti, ödüller aldı; ama hala barışın fotoğrafını çekemedi 🙁 

DÜĞÜN HEDİYESİ

DSC_6925

  Eskisi kadar çok olmasa da, hala hiç değilse haftada 1 kitap bitiriyorum; ama malasef ancak sonu mutlu biten, kafamı yormayacak, içnde aklımda tutmaya çalıştığım cümleler ya da bilgiler olmayacak romantik kitaplar okuyorum.

DSC_6927

   Güzel olanları yazsam iyi olacak. Bayramda Karen Kingsbury’nin Şans’ını okudum. Olağan üstü güzel bir hikayeydi. Hatta düşündüm, eminim yakında bir sinema filmi olarak izleyeceğiz.  

DSC_6926

   Düğün Hediye’sinin içeriğinden çok kapak tasarımı büyüledi beni. Aman yaaa ne iflah olmaz bir romantiğim ben 🙂

DSC_6930

   İlknur Muştu yapmış kapak tasarımını. Web sitesine girdim baktım; meğer sevdiğim diğer bir kaç kitabın kapak tasarımı da İlknur Muştu imzası taşıyormuş.

DSC_6928

   Aklımızda olsun . Olurda bir gün bir öykü, bir kitap yazmaya karar verirsek, İlknur Muştu’nun zevkli ellerine teslim ederiz. 🙂

10 YAŞ

DSC_6933

   Bugün, benim tatlı oğlum 10 yaşını bitiriyor. 1-2 seneye kalmaz boyu boyumu geçecek. Saçları koyu sarı, gözleri bal rengi… Biraz biraz ergen halleri almaya başladıysa da, zaman zaman büyüdüğünü kanıtlama sevdasına kapılıp dediğim dedik inatlaşmaları yapsa da, o hala bana kapılar açan, elimde hiç bir şey taşıtmayan, benden önce kapılardan geçmeyen küçük centilmenim.

DSC_6942

   Red Velvet Cake (Kırmızı Kadife Kek), Eren’in 10. yaş pastası. Lezzetide görüntüsü kadar güzeldi; ama bu pastada bir annenin gözyaşları var 🙂 Şaka değil. Bozuk fırında kek pişirmeye kalkınca, kabarmayan kekler yüzünden üzülüp ağlar bir anne. sonra yeniden bir kek yapar (ortadaki açık renk kat) başka bir fırında pişirir. Aksilikler ardı ardına gelsede, sonuç hüzne ve harcanan zamana değecek kadar güzel olur.

DSC_6940

     Red velvet keki lezzetli yapan şey boyası değil; kekin kendisi çok lezzetli. Boyalı şeylerden mümkün olduğunca kaçınırım; ancak red velvet kekte kullandığım boya organik bir boyaydı.

İlkin ablacım, boyalar ve diğer malzemeler için çok teşekkür ederim 🙁

Sitede yayınlanan fotoğraf, metin ve tariflerin tüm hakkı elvanbasustaoglu.com'a aittir. İzin almaksızın kopyalanamaz ve kullanılamaz.